15 Nisan 2012 Pazar

Ben Kendimi Seviyor muyum?




Bazı insanlar “mükemmeliyetçi” olmakla övünür. Televizyon programlarında ne çok ünlü mükemmeliyetçi olduğunu marifetmiş gibi vurgular. Çünkü öyle sanır.
Mükemmeliyetçilik, kendini yeterli ve değerli bulmamanın göstergesidir. Bunun öz tercümesi özsaygı düşüklüğüdür. Mükemmeliyetçi kişi “mükemmel” olmadığı için kendini acımasızca eleştirir ve yargılar. Başkalarının ona yaptığı en ufak bir eleştiride bile kendisini başarısız hisseder. Bu hissettiği duygu da adım adım utancı ve öznefreti besler. Mükemmeliyetçilik tembellikle el ele gezer. Çünkü ne yaparsan yap beğenemezsin; yaptığın hiçbir şey yeterince iyi değildir. Çünkü mükemmel değildir. Yapacaklarını da henüz yeterince mükemmel olmayacağı için sürekli ertelersin. Gün gelir, kişi “mükemmel” olmadığı için kendisinden nefret eder.
Bencillik, kendini sevememe durumudur. Bencil insan, sanıldığı gibi kendini seven değil, sevmeyen insandır. Bu nedenle bencil insan, her şeyi nalıncı keseri gibi kendisine yontarken aslında kendisine ve çevresine zarar verdiğinin farkında bile olmayacak kadar miyop görüşlüdür.
Kendini sevmemek, kendine düşman olmak hayatımızda kendimize ve başkalarına yönelik olarak nasıl tezahür eder? Fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal boyutta kendini sevmemenin göstergeleri nelerdir?
Şiddet (saldırganlık) kişinin kendisine yönelik olarak tezahür ediyorsa;
Kişi kendisini değersiz, önemsiz, yetersiz veya bir hiç olarak görür.
Eziklik psikolojisi içinde kurban rolünü benimser. O zaten her acının tiryakisi olmuştur. İnsanlar sıkça ona haksızlık yapıyordur. İçi hayata ve kendisine haksızlık(!) yapanlara karşı hınç doludur. Ama onlara doğrudan zarar vermeye gücünün yetmediğini hisseder. O zaman öfke kişinin kendisine zarar vermesi şeklinde ifade bulur.
Kişi aşağıdaki tanımlamalardan birini ya da birkaçını yapar.
Fiziksel boyutta:
  • Bedenine sağlıksız beslenerek, hareket ettirmeyerek zarar verir, sağlığını (varlığını) önemsemez.
  • Sıkça hastalanır.
  • Tırnaklarını ya da tırnak etlerini kemirir.
  • Bulimia, anoreksia, obezite, hızlı kilo verme/ alma gibi yeme bozuklukları yaşar.
  • Alkol, reçeteli ilaçların ya da yasadışı, uyuşturucu / uyarıcı maddelerin bağımlısı olur.
  • Sık sık kavga eder/ kavgalara karışır.
  • Başını sıkça derde sokar.
  • Bedenine sıkça fiziksel hasar veren, iz bırakan “kazalara” maruz kalır.
  • Dövme gibi bedeninde kalıcı olarak iz bırakan işlemleri birbiri ardına yapar. Bu davranışını da moda veya ritüel olarak “normal” görür. (Tabii burada süs niyetiyle yapılmış minik bir dövmeden bahsetmiyorum. Dövme bağımlısı olan, bedeninde çok sayıda dövme bulunan kişilerden bahsediyorum. Hatta Amerika’da yüzleri dâhil tüm bedenleri dövmeyle kaplı insanlar gördüm.)
  • Bedeninin değişik bölgelerine jilet atar. (Had safhada öz nefret)
  • Kendine yönelik en uç fiziksel saldırganlık intihardır.
Duygusal boyutta:
  • Kişi kendisini aşağılar, başkalarından önemsiz ve değersiz görür. Öncelikler listesinde kendisi, kendi listesinin alt sıralarında yer alır. Başkalarını memnun etme ihtiyacı daima kendi ihtiyaçlarından önce gelir.
  • Kendisini kullandırır. Sömürülmeye açıktır.
  • Kırılgandır ve alıngandır.
  • Hayata karamsar bakar ve bu bakışını “gerçekçilik” olarak tanımlar. Tabii ki hayatında bu gerçeği yaratır.
  • Kendisini acımasızca yargılar, suçluluk ve utanç içinde kendisini ve başkalarını affedemez. Kendisine yönelik kızgınlığını, kendisini, ilişkilerini, başarılarını sabote edici davranışlarla gösterir. Örneğin; önemli bir görüşme/buluşma öncesi hastalanır ya da kaza yapar/kazaya uğrar ya da “elinde olmayan sebeplerle” buluşmaya geç kalır ya da uçağı/treni/otobüsü kaçırır. Buluşma esnasında en olmayacak sözü söyler veya en olmayacak davranışta bulunur. Sonra da bunu nasıl yaptığına kendisi de şaşar ve kendisine kızar: “Ben böyle aptalca bir davranışı nasıl yaptım?”
  • Korkularının esiri olarak kendine cehennem hayatı yaşatır. Bu korkularına endişe, anksiyete adının verilmesi, kişinin korku dolu olduğu gerçeğini değiştirmez.
  • Korku ve şiddet filmlerini izlemekten hoşlanır.
  • İnsanların kendisini sömürmesine, sınırlarını ihlal etmesine izin verir.
Zihinsel boyutta:
  • Kişi kendisini diğerlerinden daha az zeki bulur.
  • Kendisine “Ben ne aptalım”, “Ben beceriksizin tekiyim” gibi telkinlerde bulunur.
  • Kendisini küçük görür.
  • Kendisini diğer insanlardan üstün görür. Ama değeri anlaşılmamıştır.
  • Karamsar bir dünya görüşüne sahiptir.
  • Başarılara değil hatalara, olumlu düşüncelere değil olumsuz düşüncelere odaklanır.
  • Çok yüksek volümlü müzik dinler.
  • Okumayı, öğrenmeyi sevmez.
  • Merak duygusundan yoksundur.
  • “Otorite”lerin söylediklerine inanır; yaşamının sorumluluğunu almaya yanaşmaz.
  • Verdiği sözleri ve kararları tutmayarak kendisini sürekli başarısızlığa mahkûm eder.
Ruhsal boyutta:
  • Depresyona girer; kendisinin, kendine bakanlar dâhil olmak üzere herkesten ayrı ve yalnız olduğunu hisseder.
  • Dinsel inançları varsa katı ve bağnaz olur. Ne kadar acı çekerse, kendisini dünya nimetlerinden mahrum ederse o kadar cennete gitmeye layık olacağına inanır ya da apati yaşar; yani hiçbir duygu ona dokunamaz.
  • Eğer dinsel inancı yoksa hayatın ve her şeyin boş olduğuna inanır.
  • Kendisini yaşayan ölü gibi hisseder.
Şiddet (saldırganlık) başkalarına yönelik olarak tezahür ediyorsa;
Kişi her boyutta bencilce davranır ve açgözlüdür. Kendisini dünyanın merkezi sanır.
Kişi aşağıdaki tanımlamalardan birini ya da birkaçını yapar.
Fiziksel boyutta:
  • Eşyaları kırar döker.
  • Başkalarının eşyalarına yönelik sakarlık yapar.
  • Mala ve/veya cana zarar verir.
  • Kendinden güçsüz gördüğü kişilere saldırgan davranışlarda bulunur.
  • Tokatlar, vurur, döver, yaralar, cinsel saldırılarda (tecavüz, ensest gibi) bulunur; en uç boyutta öldürür.
  • Namus veya ayrımcılık cinayetleri işler.
  • Ülkesel boyutta savaşlar başlatılır.
Duygusal boyutta:
  • Başkalarını aşağılar, alay eder, sürekli kusur bulur, eleştirir, yargılar.
  • İnsanları kullanır, sömürür.
  • Başkalarına suçluluk duygusu enjekte eder.
  • Kontrol tutkunudur; çevresindeki insanları egemenliği altına almaya çalışır.
  • Üstünlük duygusu taslar. Kendini beğenmiş davranır.
  • Yakınındaki insanların attıkları her adım için kendisinden izin almasını bekler.
  • Hiyerarşik bir dünya görüşüne sahip olduğu için kendinden güçlülere boyun eğer, yalakalık yapar, itaat eder. Kendinden aşağı gördüklerini ezer.
Zihinsel boyutta:
  • Yargılar, yargılar, yargılar; ama kendisi “sütten çıkmış ak kaşıktır.”
  • Bol bol dedikodu yapar, “çamur at izi kalsın” düsturunu benimser. Böylece dedikodu ile aşağıladığı, çamur attığı kişilerden “daha üstün” olduğunu kanıtlamak ister.
  • Tabulara, gelenek göreneklere, toplumsal kabul gören değerlere sığınarak başkaları üzerinden ahkâm keser.
  • Katı ve mutlak düşüncelere sahiptir. Onun gibi düşünmeyenler haksızdır/ kötüdür/ yanlıştır/ ahlaksızdır.
  • Haklı olmak her şeyden daha önemlidir.
Ruhsal boyutta:
  • Tabuların, dinsel, cinsel, toplumsal dogmaların esiri olarak başkalarına her boyutta zarar verir.
  • Kendisi gibi inananlar/ inanmayanlar ayrımına girerek her türlü kötülüğü yapar. Beddua eder.
  • Hayatı siyah/ beyaz olarak algılar.
  • Derin yalnızlık duygusu içindedir.
  • Dinsel inancı varsa, bu “dinkoliklik” boyutundadır. Köktendincidir.
  • Had safhada maddiyatçıdır. Üç kuruşluk çıkarı için başkalarına gözünü kırpmadan büyük ölçüde zarar vermekte bir an bile tereddüt etmez.
  • Gaddardır. Acımasızdır. Vicdansızdır.
  • Empati kurabilme yeteneğinden yoksundur.
  • Narsistir.
Korku, yalnızlık duygusu ve öznefret… Sevgi, birlik bilinci ve özsevgi…
Öz farkındalıkla, İNSAN olmaya giden evrimleşme sürecinde ilk adımı atabiliriz.
Bütün bunlar zihnimizde şekilleniyor. Tüm acılarımızın, sefaletimizin, dramalarımızın nedeni nevrotik ego zihnimiz.
Saldırganlık ister kendine ister başkalarına yönelik olsun (neredeyse her zaman iç içe olur) zihinde daima korku, yalnızlık ve öznefret vardır.
Bu üç canavar yaratıcılığımızı, doğal yeteneklerimizi, sağlıklı karar vermemizi engeller. Bunun sonucunda mutsuzluk yaşarız, acı çekeriz ve hastalanırız. Bu yarattıklarımız karşısında kendimizi öylesine güçsüz hissederiz ki, onları bizim yarattığımızın farkında bile olmayız.
Aynı zihin, sağlıklı ego eşliğinde farkındalığımızı sağlar, sorunlarımıza deva olur, bizi İNSAN kılar.
Şifa için üç adım gerekiyor.
Farkındalık, emek, uygulama gerektiren üç adım:
  1. Bilinçte ve bilinçaltında depolanmış çocukluk yaralarıyla ve acılarıyla yüzleşmek. (Bunun için kesinlikle yüzleştirici eğitim ve/veya profesyonel bireysel destek gerekiyor. Çünkü savunma mekanizmalarının zırhıyla korunma kalkanı oluşturduğumuz biz, kendi duygusal/zihinsel/ruhsal “ameliyatımızı” kendimiz yapamayız.)
  2. Affederek geçmişin tutsaklığından özgürleşmek. (Bunun için derin hesaplaşma ve empati yeteneğini geliştirmek gerekiyor. Ama öncelikle empatinin ne olduğunu bilmek lazım. Çünkü çoğu insan empatinin ne anlama geldiğini bilmiyor.)
  3. Kendimiz ve başkalarıyla ilişkilerimizde dürüst olmayı seçmeye cesaret göstermek. (Bu seçim risk almayı gerektiriyor.)
Tüm bu seçimleri yaptıktan sonra sürece güvenmek gerekiyor. Süreç, kişiye göre kısa ya da uzun olabilir. Ama bu bir süreç ve sürekli iyileşerek yaşam boyu devam ediyor.
Bu seçimleri yapmak çoğu insan için kolay değil. Ama iç özgürlüğe, huzura kavuşmak ve sevgiyi öğrenmek için de KESTİRME YOL YOK. En kestirme yol bu! Hoşuna gitse de gitmese de! Kabul etsen de etmesen de! İnansan da inanmasan da! Hap çözüm yok!
Sevgiyle hoşça ol.

Nil Gün

Hiç yorum yok: