22 Mart 2013 Cuma

Kahperengi


“Herkesin kıyameti kendine koptuğundan ve herkesin yangını kendini yaktığından, içinde olduğunuz karanlığın ne kadar koyu olduğunu kimse göremez. Geçer derler sadece bilmiş bir tavırla, geçer merak etme. Doğrudur söyledikleri, gerçekten de geçer ama ancak sen tek başına o karanlıkta yeterince uzun süre yürüdükten sonra..”  
 
Hande Altaylı - Kahperengi

20 Mart 2013 Çarşamba

Nietzsche Ağladığında


Hiç kimsenin bir şeyi sırf başka birisi için yapmadığını göreceksiniz. İnsanın bütün eylemleri kendisine yöneliktir, bütün hizmetleri kendisine hizmettir, bütün sevgisi kendisini sevmesindendir.

Irvin Yalom - Nietzsche Ağladığında

Malafa


Tarihte 24 ayar mücevher kullanmış olan kadınlardan biri de Kleopatra'dır. Ancak o zamanlar karışım elde etme teknolojisi olmadığı için Kleopatra'nın büyük bir sorunu vardı. Gece bilezikle yatar, sabah kolyeyle uyanırdı. Dikkat ederseniz, hiçbir Kleopatra figüründe kadının yüzü gülmez çünkü aklı hep mücevherlerindedir.

Hakan Günday/Malafa

9 Mart 2013 Cumartesi

Yengeç Dönencesi

Bir kadına teslim olabilmeyi istiyorum. Ama benden üstün olması gerekiyor bunu yapabilmesi için. Amı yetmez, aklı da olmalı. Ona ihtiyacım olduğuna inandırabilmeli beni, onsuz yaşayamayacağıma. Başıma ne geleceği umrumda bile olmaz; ne iş isterdim, ne arkadaş, ne de kitap mitap. Yeter ki beni dünyada benden daha önemli bir şeyin varolduğuna inandırsın. Tanrım, nefret ediyorum kendimden! Ama bu alçak kancıklardan daha çok nefret ediyorum; çünkü birinde bile iş yok.

Bir özgürlük anı için bütün o aşk teranelerini dinlemek zorunda kalırsın. Delirtiyor beni bazen. Hemen kapı dışarı etmek istiyorum onları. Ediyorum da bazen. Ama bu gelmelerini engellemiyor. Hatta, hoşlarına gidiyor. Onları ne kadar az fark edersen o kadar üzerine düşerler. Hasta bir yanları var kadınların. Yürekte mazoşist hepsi.

Sigara kağıdı, rom, akrobat ve at yarışı reklamlarının yer aldığı, ağaç yapraklarının duvar ve çatıların ağırlığını azalttığı bir tuvaletin önünde kendini sunan bir kadınla karşılaşmak, bildiğimiz dünyanın sınırlarının bittiği yerde başlayan bir deneyimdir.

Kendi kanımın aktığına tanık oldum, çamurlu yol kanımla lekelendi; kendimi bildim bileli, başından beri kuşkusuz. Küçük ve iğrenç bir mumya gibi fırlatılır insan dünyaya; yollar kanla kaygan ve kimse neden böyle olması gerektiğini bilmiyor. Herkes kendi yolunda yürüyor dünya tıka basa nimet doluyken, durup meyveleri toplamaya zaman yok; tören alayı çıkış tabelasına doğru itiş kakış ilerlerken öyle bir panik yaşanır ki, zayıf ve çaresizler çamurda ezilir, çığlıkları duyulmaz.

Çan kulesinden uçan her yarasa kayıp bir neden, her çığlık lanetlilerin siperinden bir inilti radyoda. Karanlığın içinden, dikilmemiş yara, o iğrenç kokusu nefretin; fikirlerin müziğinin soğuk yağla kesildiği kara kütleli kentlerin beşiği, bir palyaço doğar boğazlanmış ütopyalardan, aşağı ve yana doğru baktığında bizatihi şeytan bir palyaço ve yukarı doğru baktığında yağlanmış bir melek görüyor, kanatlı bir salyangoz.

Daha çok okyanus, daha çok ayaklanma, daha çok savaş, daha çok soykırım gerek bize. Bacaklarının arasında dinamo taşıyan erkeklerden ve kadınlardan oluşmuş bir dünya; doğal öfke, tutku, eylem, dram, düş ve delilikle dolu bir dünya; kuru osuruk değil, esrime üreten bir dünya. İçindeki tek değerli sayfa için bir kitabı arama gerekliliğine bugün her zamankinden daha çok inanıyorum: Parçaları aramalıyız, kıymıkları, ayak tırnaklarını; içinde cevher olan, bedeni ve ruhu canlandırabilecek her şeyi.

"Bazı yanlarıyla, madde dünyası anlatılmakta olan bir masal gibi geçiyormuş izlenimi uyandırır; bir hayal gibi hiçliğe karışır." diyor ünlü bir astronom. Öğrenim denen boş ekmek sepetinin altındaki genel duygu da böyle bir şey. Şahsen, inanmıyorum. O orospu çocuklarının gırtlağımızdan aşağı zorlamaya çalıştıkları hiçbir şeye inanmıyorum.

O güne kadar tanıdığım kadınları düşünüyorum bir çırpıda. Sefaletimle yarattığım bir zincir. Her bir halka diğerine bağlı. Ayrık yaşama, doğmuş kalma korkusu. Rahmin kapısı hep sürgülü. Korku ve özlem. Kanın derinliğinde cennetin çekimi. Öte dünya. Hep var o öte dünya. Göbek nahiyesinde başlamış olmalı her şey. Göbek bağını keserler, kıçına bir şaplak atarlar ve haydi bakalım! Dünyadasın; akıntıya kapılmış, dümensiz bir gemi. Yıldızlara bakarsın, sonra da göbeğine. Gözlerin çıkar her yerinde -koltuk altlarında, dudaklarının arasında, saç köklerinde, ayak tabanlarında. Uzak olan yakınlaşır, yakın olan uzaklaşır. İç dıştır, dış da iç; kesintisiz bir akış, deri değişimi, tersyüz edilme. Yıllarca sürüklenirsin böyle; ve çürürsün orada yavaşça, parçalara ayrılırsın, çözülürsün yeniden. Adın kalır sadece.

Nevrozu bilmeyen acı çekmenin de ne olduğunu bilemez.İnsan her yerde uyuyabilir; ama her yerde çalışamaz. Üzerinde çalıştığın bir başyapıt olmasa da. Kötü bir roman yazmak için bile üzerine oturabileceğiniz bir iskemle ve biraz mahremiyet gerekir.

Yürürken düşüncelerimi dikte ettirebileceğim bir sekreter bulundurabilecek kadar zengin olmayı isterdim doğrusu; çünkü en iyi düşünceler daktilodan uzakken gelir bana.

Yalnızlıktır sözcükler.

Hayatını kahramanca sürdürecek ve dünyayı kendi gözünde daha dayanıklı kılacak bir adamım ben. Eğer, bir zayıflık ya da rahatlama ya da ihtiyaç anında buharımı, sözcüklerle soğutulmuş kor halinde öfkemi salıyorsam; canım, ister alın, ister almayın.. Ama beni rahatsız etmeyin! ben özgür bir adamım ve özgürlüğüme ihtiyacım var. Yalnız kalmaya ihtiyacım var. Yalnız kalıp utancımı ve umutsuzluğumu sorgulamaya ihtiyacım var. Güneş ışığına ve kaldırım taşlarına yanımda kimse olmaksızın ihtiyacım var; konuşmaksızın, kendimle yüz yüze, yüreğimin müziği eşlik etsin bana yeter. Ne istiyorsunuz benden? Söyleyecek bir şeyim olduğu zaman yazıp yayınlatıyorum zaten. Verecek bir şeyim olduğunda, veriyorum. Gözetleme merakınızdan iğreniyorum. Övgüleriniz beni aşağılıyor. Çayınız zehirliyor!

"Hayat" demiş Emerson, "insanın sabahtan akşama kadar düşündüklerinden ibarettir." Öyleyse gerçekten, benim hayatım devasa bir bağırsaktan başka bir şey değil. Bütün gün yemek hayalleri kurduğum yetmezmiş gibi, geceleri de düşünü görüyorum.

Sanat sonuna kadar gitmek demektir. Davulla başlamışsan dinamitle bitirmelisin ya da TNT ile.

Hiçbir şey engelleyemez bütün dünyayı zehirlemekte olan bu virüsün yayılmasını. Kıyametin yeniden hayat buluşudur Amerika. Bütün dünyayı dipsiz bir çukura çekecek.

Biraz daha genç olsaydı sorun kalmazdı. Genç bir kancıkta birçok şeyi gözardı edebilir insan. Genç bir kancık aptal da olsa olur. Aptallar daha da iyidir hatta. Ama yaşlı bir kancık, dünyanın en zeki kadını bile olsa, dünyanın en çekici kadını bile olsa, fark etmez. Genç bir kancık yatırımdır; yaşlı kancık zarar. Seni hediyelerle şımartmaktan başka bir şey gelmez elinden. Ama bu kollarını etlendirmez, yarığını sulandırmaz.

Sabah uyandığında yanında sıcak ve dinlenmiş bir beden bulmak güzel bir duygu. Temiz bir duygu. Ruhani.. Aşk teranesiyle canını sıkmaya başlamaları çok sürmez. Bu kancıklar neden aşktan bu kadar çok söz ederler? İyi bir sikiş yetmiyor onlara anlaşılan.. Ruhunu da istiyorlar adamın.

Bazı kancıklar kendilerine çiçek bahçeleri gönderilmesinden hoşlanırlar. Kendilerini önemli hissederler.

Bazı insanlar öyle gülünç kişiliklere sahiptirler ki, ölüm bile onların saçmasapanlığını silemez. Sonları korkunç olmuşsa daha da saçmasapan görünürler insana. Sonu süsleyip daha saygın bir hale getirmenin yararı yok. Gidişlerinde trajik bir şey keşfedebilmek yalancılık ve riyakarlık gerektirir.

Savaştan farkı yoktu, başladıktan sonra kimse barıştan başka bir şey düşünmüyor, bir an önce bitmesini istiyordu. Ama yine de kimse silahları bırakıp "Ben usandım, benden bu kadar." diyemiyordu. Hayır, artık kimsenin umursamadığı 15 frank gibi bir para söz konusuydu, zaten kimse alamayacaktı o parayı sonunda; ama olayı başlatan asıl neden 15 frank sanki; insan kendi sesini dinleyip asıl nedeni boşvereceğine duruma teslim olur, kesip biçmeye devam eder, kendini korkak hissettiği ölçüde kahramanlık taslar; dibi düşünceye kadar, silahlar susuncaya kadar, sedyecilerin yerlerden topladığı parçalanmış kahramanların göğüslerine madalyalar takılıncaya kadar. Ondan sonra 15 frangı düşünmek için bir ömür kalır insana. Kolu ya da bacağı olmasa da ömrümün sonuna kadar herkesin unuttuğu 15 frank üzerine düş görerek teselli edebilir kendini.

Siperlerdeki askerlere döndük yine; hayata devam etmek için bir neden gelmez akıllarına; çünkü şimdi kaçsalar sonra yakalanacaklar; ama yine de devam ederler; bir karafatmanın ruhuna sahip olup bunu kendilerine itiraf etmiş olsalar da, ellerine geçen silahlarla ya da bıçaklarla ya da tırnaklarıyla doğrayacak, öldürecek, durup kendilerine nedenini soruncaya kadar milyonlarca insanı katledecekler.

Her metro istasyonunda "Frengiye karşı korunuyor musunuz?" sorusuyla gülerek karşılayan yüzler var. Nerde duvar varsa, orada yengeç dönencesine girmek üzere olduğumuzu müjdeleyen pırıl pırıl zehirli yengeç afişleri yapıştırılmış. Nereye gidersen git, neye dokunursan dokun; kanser ve frengi. Gökyüzünde yazılı; alevlenip dans ediyor uğursuz bir işaret misali. Ruhumuzu kemiriyor ve ay gibi ölü bir şeyden farkımız yok.

Stavrogin Dostoyevski'ydi, Dostoyevski ise insanı felç eden ya da zirvelere yönlendiren bütün çelişkilerin toplamı. Giremeyeceği kadar aşağılık hiçbir dünya, tırmanamayacağı kadar yüksek hiçbir yer yoktu. Bütün yelpazeyi kapsadı, uçurumun dibinden uzaydaki yıldızlara kadar. Yazık ki onun gibi gizemin tam göbeğinde oturan, parıltılarıyla bize karanlığın derinliğini ve yoğunluğunu aydınlatacak biri daha gelmeyecek.

Bir fahişe asla bacaklarını açamayacak kadar yorgun değildir. Kimi düzüşün ortasında kestirir bile.

"Dinle" diyor, "Norma adında bir kancık tanıyor musun? Sabahtan akşama kadar Dome'da takılıyor. Lezbiyen olduğundan şüpheleniyorum. Dün onu buraya atıp bildiğim bütün numaraları çektim, bir yere varamadım. Yatağa yatırdım onu. Paçalı külotunu bile çıkardım. Sonra tiksindim. Tanrım, bu kadar uğraşamıyorum artık. Değmiyor. Ya verirler ya da vermezler -onlarla güreşmek zaman kaybından başka bir şey değil. Sen bu türden bir küçük kancıkla güreş tutarken terasta düzülmeye can atan üç hatun olabilir. Doğru bu. Hepsi düzülmeye geliyor buraya. Buranın günah yuvası olduğunu düşünüyorlar. Zavallı budalalar! Batı Yakası'ndan gelen şu öğretmenlerden bazıları gerçekten bakire. Şaka etmiyorum! Bütün gün kıçlarının üzerine oturup bunu düşünüyorlar. Onlarla fazla uğraşmaya gerek kalmıyor. Ölüyorlar zaten. Geçenlerde altı aydır düzülmediğini söyleyen evli bir kadın attım buraya. Düşünebiliyor musun? Tanrım, yanıyordu kadın! Kamışımı koparacak sandım. İnlerken bir yandan da "Kabul mü? Kabul mü?" diye söyleniyordu. Aklını yitirmiş gibi tekrarlıyordu soruyu. Ve kabul etmemi istediği şey neydi biliyor musun? Buraya taşınmak. Düşünsene! Onu sevip sevmediğimi sorup duruyordu ve ben adını bile bilmiyordum. Asla sormam adlarını. Bilmek istemem. Evli kadınlar! Tanrım, buraya getirdiğim evli kancıkları görsen yanlış hayallere kapılmazsın bir daha. Bakirelerden beter evli olanlar. Bir şeyler başlatmanı bile beklemezler -kendileri bulup çıkarırlar kamışı. Ve iş bittikten sonra aşktan filan söz etmezler. Tiksindirici. Söylüyorum sana, yavaş yavaş amcıktan nefret etmeye başlıyorum!"

Hata yapmak hiçbir şey yapmamaktan daha iyidir.

Cebin para doluyken hepsini yarım saat içinde sarhoş bir denizci gibi harcamanın tadına doyum olmaz. Dünya sana aitmiş gibi hissedersin kendini. Ve en güzel yanı, ne yapacağını bilememektir. Arkana yaslanıp taksimetreyi seyredebilirsin, rüzgarın saçını okşamasına izin verebilirsin, bir yerde durup bir içki içebilirsin, dolgun bir bahşiş bırakabilirsin ve her gün yaptığın bir şeymiş gibi kasıla kasıla yürüyebilirsin. Ama devrim yapamazsın. Bağırsaklarındaki bütün boku asla boşaltamazsın..

Henry Miller, Yengeç Dönencesi
Çevirmen: Avi Pardo (Parantez)

Son Yaprak


Bağırıp çağıramayacak kadar mutluyum Ted. İnsanlar yat satın almaktan ya da saray arabalarında dolaşmaktan ne anlıyorlar sanki! Oysa böyle bir bahar sabahı, ufacık bir binek arabasıyla, bir çift beygir insanı mutlu etmeye yetiyor..

O. Henry- Son Yaprak

7 Mart 2013 Perşembe

Hayat Bir Çocuğa Nasıl Anlatılmalı?


Arkadaşımın kızı bir yaşına gelmişti, 'Sen eğitimcisin, neler öğretmem gerekiyor, bazen kendimi çok çaresiz hissediyorum' dedi. Sorusu kolaydı ama yanıtı zordu, akıl vermesi basitti ama uygulaması karmaşıktı, anlatmaya başladım:

Annelik uzun zaman alan ve günün yirmi dört saati devam eden adı 'insan yetiştirmek' olan bir iş. Bir kere bilmelisin ki, zaman alacak. Neye zaman harcarsan onun karşılığını alırsın. İşine zaman harcarsan işinden, eşine zaman harcarsan eşinden, çocuğuna zaman ayırırsan da ondan karşılığını alırsın. Yapabiliyorsan gözyaşlarını tutmamasını öğret, acı çekmeden olgunlaşamayacağını...

Kıskanmamayı öğret ona, arkadaşının başarısından mutlu olmayı, birlikte sevinçleri paylaşmayı, içinden 'neden ben değil de o?' demeden...

Kazanmaktan mutluluk duyup içine sindirmeyi, ama aynı zamanda kaybetmeyi öğrenmesini. Çünkü bir adım sonrasında görünüşte galip olanları gösterecek hayat ona. Her şeyin bir sonu olduğunu öğret. Sahip olduğu bütün değerlerin bir gün keyif vermeyebileceğini, kazanılan ve harcananın bir sonu olduğunu.

Gidilen yerlerin zamanla bıkkınlık verebileceğini, her şeyi tüketebileceğini, tüketemeyeceği tek şeyin bilgi olduğunu öğret.
Kitaplardan keyif almasını.

Ders çalışmak istemiyorsa zorlanmamasını, ama okumayı sevmesini öğret ona. Elbet er ya da geç alacaksın biliyorum, ama mümkün olduğunca geç al ona bilgisayarı. Ona kendisi ile kalacağı sakin zamanlar ver, sıkılmayı öğret ona, sıkılıp da kendini yönlendirmeyi bulmasını.

Doğaya götür onu, hayvanlardan korkmaması gerektiğini öğret. Arıların bizi sokmasından çok, nasıl bal yaptığını anlat. Doğanın kendi içindeki gizemini bulmasına yardımcı ol, yağmurdan sonraki toprak kokusundan keyif almasını sağla.

Soğuk kış gecesinde ateş yakmayı öğret, belki büyüdüğünde bir gece sevgilisine ateş yakar ve belki binlerce yıldızın altında birbirlerine sarılırlar, bunu öğretmemiş diğer sevgililerin aksine...

Şartlar çok zor olsa da yalan söylememesi gerektiğini öğret ona.Kazandığı elli milyonun piyangodan çıkan beş yüz milyardan çok daha keyifli olduğunu öğret.Alın terine saygıyı öğret ona.

Aşk acısı çekmenin hiç aşık olmamaktan daha güzel bir duygu olduğunu öğret.Kendi doğruları üzerinden kimsenin onu yargılamasına izin vermemesi gerektiğini öğret,başkalarını da kendi doğruları üzerinden yargılamamayı...

Bunun başkalarını dinlememek olduğunu değil, söylenenleri kendi eleğinden geçirmesi gerektiğini öğret.
Kendi fikirlerine inanmanın güzelliklerini anlat.Hayatı sorgulamayı öğret ona...

Bilginin en büyük güç olduğunu öğret.Yapabilirse bunu en büyük fiyata satmasını, ama kalbini ve ruhunu kendisine saklaması gerektiğini öğret. Haklı olduğu konuda sonuna kadar diretmesini öğret ve haklıyken dik durmasını.

Günün birinde yaptıkları değil yapmadıkları için pişmanlık duyabileceğini öğret.

Basit yaşaması gerektiğini öğret ona, çay içmekten keyif almayı...
'İstemiyorum', 'hayır' demeyi öğret ona, istediğinde ise 'istiyorum' demeyi.

Sevdiğinde ise 'seni seviyorum' diyebilmeyi öğret ona. Bir kot pantolon ve tişörtle üniversiteyi bitirmeyi öğret ona. Temiz kokmasını...

Sorgusuz sevmeyi...
El yazısı ile notlar yazmayı...
Lafı dolandırmamayı...
Sevdiklerinin hiçbir zaman çantada keklik olmadığını, dostluğa yatırım yapması gerektiğini, kıymetini bilmeyenlerden uzaklaşmasını öğret ona.
Müziği sevmesini, sporla barışık yaşamasını.

İşlerin hiçbir zaman bitmediğini söyle ona, en yoğun zamanda bile kendine vakit ayırması gerektiğini öğret...
Ama en çok da kendini sevmesini öğret...
Kendini sevmezse kimsenin onu sevmeyeceğini...
Kendine çiçek almazsa kimseden çiçek beklememesi gerektiğini... Kendine özenli yemekler yapıp sofralar kurmazsa kimsenin onun için yemek hazırlamayacağını...

Hayatta her şeyden çok kendisinin önemli olduğunu öğret ona...

Aylin Kotil

5 Mart 2013 Salı

Factotum


Bir bifteği midene indirip viskini içmişsen beş sentlik gofretle beslenen adamdan çok daha iyi yazarsın. Aç sanatçı efsanesi bir aldatmacadır.

Charles Bukowski / Factotum