9 Aralık 2013 Pazartesi

Düşüş

''Vaktiyle bir sanayici tanımıştım, mükemmel, herkesçe tanınan bir karısı vardı, ama adam yine de aldatıyordu karısını. Bu adam, haksız olduğu için, bir erdem beratı alamadığı ya da bu berata layık olamadığı için, sözcüğün tam anlamıyla kuduruyordu. Karısı mükemmel davrandıkça, o büsbütün kuduruyordu. Sonunda haksızlığı kendisi için dayanılmaz bir hal aldı. O zaman ne yaptı dersiniz? Onu aldatmaktan vaz mı geçti? Hayır. Öldürdü onu.

(Albert Camus, Düşüş)

23 Ağustos 2013 Cuma

Turgut Uyar

Ruhun şad olsun büyük üstat!

18 Temmuz 2013 Perşembe

Oğuz Atay - Tutunamayanlar

Evet, haklıydı akrabalar. Ben, normal olmadığım için anormal olan bir çocuktum. Allah beni kahretsin ve ediyor da. Montaigne, kötü davranışlardan, istemediğiniz için kaçının, diyor, beceremediğiniz için değil. Beni ne güzel açıklıyor. Ben de diyorum ki, Sayın Montaigne ve sizin gibiler! Canınız cehenneme. Sizin haklı olmanız bana hiçbir şey kazandırmıyor. Köşemde kıvrılıp ölüyorum işte.

Oğuz Atay - Tutunamayanlar

22 Mart 2013 Cuma

Kahperengi


“Herkesin kıyameti kendine koptuğundan ve herkesin yangını kendini yaktığından, içinde olduğunuz karanlığın ne kadar koyu olduğunu kimse göremez. Geçer derler sadece bilmiş bir tavırla, geçer merak etme. Doğrudur söyledikleri, gerçekten de geçer ama ancak sen tek başına o karanlıkta yeterince uzun süre yürüdükten sonra..”  
 
Hande Altaylı - Kahperengi

20 Mart 2013 Çarşamba

Nietzsche Ağladığında


Hiç kimsenin bir şeyi sırf başka birisi için yapmadığını göreceksiniz. İnsanın bütün eylemleri kendisine yöneliktir, bütün hizmetleri kendisine hizmettir, bütün sevgisi kendisini sevmesindendir.

Irvin Yalom - Nietzsche Ağladığında

Malafa


Tarihte 24 ayar mücevher kullanmış olan kadınlardan biri de Kleopatra'dır. Ancak o zamanlar karışım elde etme teknolojisi olmadığı için Kleopatra'nın büyük bir sorunu vardı. Gece bilezikle yatar, sabah kolyeyle uyanırdı. Dikkat ederseniz, hiçbir Kleopatra figüründe kadının yüzü gülmez çünkü aklı hep mücevherlerindedir.

Hakan Günday/Malafa

9 Mart 2013 Cumartesi

Yengeç Dönencesi

Bir kadına teslim olabilmeyi istiyorum. Ama benden üstün olması gerekiyor bunu yapabilmesi için. Amı yetmez, aklı da olmalı. Ona ihtiyacım olduğuna inandırabilmeli beni, onsuz yaşayamayacağıma. Başıma ne geleceği umrumda bile olmaz; ne iş isterdim, ne arkadaş, ne de kitap mitap. Yeter ki beni dünyada benden daha önemli bir şeyin varolduğuna inandırsın. Tanrım, nefret ediyorum kendimden! Ama bu alçak kancıklardan daha çok nefret ediyorum; çünkü birinde bile iş yok.

Bir özgürlük anı için bütün o aşk teranelerini dinlemek zorunda kalırsın. Delirtiyor beni bazen. Hemen kapı dışarı etmek istiyorum onları. Ediyorum da bazen. Ama bu gelmelerini engellemiyor. Hatta, hoşlarına gidiyor. Onları ne kadar az fark edersen o kadar üzerine düşerler. Hasta bir yanları var kadınların. Yürekte mazoşist hepsi.

Sigara kağıdı, rom, akrobat ve at yarışı reklamlarının yer aldığı, ağaç yapraklarının duvar ve çatıların ağırlığını azalttığı bir tuvaletin önünde kendini sunan bir kadınla karşılaşmak, bildiğimiz dünyanın sınırlarının bittiği yerde başlayan bir deneyimdir.

Kendi kanımın aktığına tanık oldum, çamurlu yol kanımla lekelendi; kendimi bildim bileli, başından beri kuşkusuz. Küçük ve iğrenç bir mumya gibi fırlatılır insan dünyaya; yollar kanla kaygan ve kimse neden böyle olması gerektiğini bilmiyor. Herkes kendi yolunda yürüyor dünya tıka basa nimet doluyken, durup meyveleri toplamaya zaman yok; tören alayı çıkış tabelasına doğru itiş kakış ilerlerken öyle bir panik yaşanır ki, zayıf ve çaresizler çamurda ezilir, çığlıkları duyulmaz.

Çan kulesinden uçan her yarasa kayıp bir neden, her çığlık lanetlilerin siperinden bir inilti radyoda. Karanlığın içinden, dikilmemiş yara, o iğrenç kokusu nefretin; fikirlerin müziğinin soğuk yağla kesildiği kara kütleli kentlerin beşiği, bir palyaço doğar boğazlanmış ütopyalardan, aşağı ve yana doğru baktığında bizatihi şeytan bir palyaço ve yukarı doğru baktığında yağlanmış bir melek görüyor, kanatlı bir salyangoz.

Daha çok okyanus, daha çok ayaklanma, daha çok savaş, daha çok soykırım gerek bize. Bacaklarının arasında dinamo taşıyan erkeklerden ve kadınlardan oluşmuş bir dünya; doğal öfke, tutku, eylem, dram, düş ve delilikle dolu bir dünya; kuru osuruk değil, esrime üreten bir dünya. İçindeki tek değerli sayfa için bir kitabı arama gerekliliğine bugün her zamankinden daha çok inanıyorum: Parçaları aramalıyız, kıymıkları, ayak tırnaklarını; içinde cevher olan, bedeni ve ruhu canlandırabilecek her şeyi.

"Bazı yanlarıyla, madde dünyası anlatılmakta olan bir masal gibi geçiyormuş izlenimi uyandırır; bir hayal gibi hiçliğe karışır." diyor ünlü bir astronom. Öğrenim denen boş ekmek sepetinin altındaki genel duygu da böyle bir şey. Şahsen, inanmıyorum. O orospu çocuklarının gırtlağımızdan aşağı zorlamaya çalıştıkları hiçbir şeye inanmıyorum.

O güne kadar tanıdığım kadınları düşünüyorum bir çırpıda. Sefaletimle yarattığım bir zincir. Her bir halka diğerine bağlı. Ayrık yaşama, doğmuş kalma korkusu. Rahmin kapısı hep sürgülü. Korku ve özlem. Kanın derinliğinde cennetin çekimi. Öte dünya. Hep var o öte dünya. Göbek nahiyesinde başlamış olmalı her şey. Göbek bağını keserler, kıçına bir şaplak atarlar ve haydi bakalım! Dünyadasın; akıntıya kapılmış, dümensiz bir gemi. Yıldızlara bakarsın, sonra da göbeğine. Gözlerin çıkar her yerinde -koltuk altlarında, dudaklarının arasında, saç köklerinde, ayak tabanlarında. Uzak olan yakınlaşır, yakın olan uzaklaşır. İç dıştır, dış da iç; kesintisiz bir akış, deri değişimi, tersyüz edilme. Yıllarca sürüklenirsin böyle; ve çürürsün orada yavaşça, parçalara ayrılırsın, çözülürsün yeniden. Adın kalır sadece.

Nevrozu bilmeyen acı çekmenin de ne olduğunu bilemez.İnsan her yerde uyuyabilir; ama her yerde çalışamaz. Üzerinde çalıştığın bir başyapıt olmasa da. Kötü bir roman yazmak için bile üzerine oturabileceğiniz bir iskemle ve biraz mahremiyet gerekir.

Yürürken düşüncelerimi dikte ettirebileceğim bir sekreter bulundurabilecek kadar zengin olmayı isterdim doğrusu; çünkü en iyi düşünceler daktilodan uzakken gelir bana.

Yalnızlıktır sözcükler.

Hayatını kahramanca sürdürecek ve dünyayı kendi gözünde daha dayanıklı kılacak bir adamım ben. Eğer, bir zayıflık ya da rahatlama ya da ihtiyaç anında buharımı, sözcüklerle soğutulmuş kor halinde öfkemi salıyorsam; canım, ister alın, ister almayın.. Ama beni rahatsız etmeyin! ben özgür bir adamım ve özgürlüğüme ihtiyacım var. Yalnız kalmaya ihtiyacım var. Yalnız kalıp utancımı ve umutsuzluğumu sorgulamaya ihtiyacım var. Güneş ışığına ve kaldırım taşlarına yanımda kimse olmaksızın ihtiyacım var; konuşmaksızın, kendimle yüz yüze, yüreğimin müziği eşlik etsin bana yeter. Ne istiyorsunuz benden? Söyleyecek bir şeyim olduğu zaman yazıp yayınlatıyorum zaten. Verecek bir şeyim olduğunda, veriyorum. Gözetleme merakınızdan iğreniyorum. Övgüleriniz beni aşağılıyor. Çayınız zehirliyor!

"Hayat" demiş Emerson, "insanın sabahtan akşama kadar düşündüklerinden ibarettir." Öyleyse gerçekten, benim hayatım devasa bir bağırsaktan başka bir şey değil. Bütün gün yemek hayalleri kurduğum yetmezmiş gibi, geceleri de düşünü görüyorum.

Sanat sonuna kadar gitmek demektir. Davulla başlamışsan dinamitle bitirmelisin ya da TNT ile.

Hiçbir şey engelleyemez bütün dünyayı zehirlemekte olan bu virüsün yayılmasını. Kıyametin yeniden hayat buluşudur Amerika. Bütün dünyayı dipsiz bir çukura çekecek.

Biraz daha genç olsaydı sorun kalmazdı. Genç bir kancıkta birçok şeyi gözardı edebilir insan. Genç bir kancık aptal da olsa olur. Aptallar daha da iyidir hatta. Ama yaşlı bir kancık, dünyanın en zeki kadını bile olsa, dünyanın en çekici kadını bile olsa, fark etmez. Genç bir kancık yatırımdır; yaşlı kancık zarar. Seni hediyelerle şımartmaktan başka bir şey gelmez elinden. Ama bu kollarını etlendirmez, yarığını sulandırmaz.

Sabah uyandığında yanında sıcak ve dinlenmiş bir beden bulmak güzel bir duygu. Temiz bir duygu. Ruhani.. Aşk teranesiyle canını sıkmaya başlamaları çok sürmez. Bu kancıklar neden aşktan bu kadar çok söz ederler? İyi bir sikiş yetmiyor onlara anlaşılan.. Ruhunu da istiyorlar adamın.

Bazı kancıklar kendilerine çiçek bahçeleri gönderilmesinden hoşlanırlar. Kendilerini önemli hissederler.

Bazı insanlar öyle gülünç kişiliklere sahiptirler ki, ölüm bile onların saçmasapanlığını silemez. Sonları korkunç olmuşsa daha da saçmasapan görünürler insana. Sonu süsleyip daha saygın bir hale getirmenin yararı yok. Gidişlerinde trajik bir şey keşfedebilmek yalancılık ve riyakarlık gerektirir.

Savaştan farkı yoktu, başladıktan sonra kimse barıştan başka bir şey düşünmüyor, bir an önce bitmesini istiyordu. Ama yine de kimse silahları bırakıp "Ben usandım, benden bu kadar." diyemiyordu. Hayır, artık kimsenin umursamadığı 15 frank gibi bir para söz konusuydu, zaten kimse alamayacaktı o parayı sonunda; ama olayı başlatan asıl neden 15 frank sanki; insan kendi sesini dinleyip asıl nedeni boşvereceğine duruma teslim olur, kesip biçmeye devam eder, kendini korkak hissettiği ölçüde kahramanlık taslar; dibi düşünceye kadar, silahlar susuncaya kadar, sedyecilerin yerlerden topladığı parçalanmış kahramanların göğüslerine madalyalar takılıncaya kadar. Ondan sonra 15 frangı düşünmek için bir ömür kalır insana. Kolu ya da bacağı olmasa da ömrümün sonuna kadar herkesin unuttuğu 15 frank üzerine düş görerek teselli edebilir kendini.

Siperlerdeki askerlere döndük yine; hayata devam etmek için bir neden gelmez akıllarına; çünkü şimdi kaçsalar sonra yakalanacaklar; ama yine de devam ederler; bir karafatmanın ruhuna sahip olup bunu kendilerine itiraf etmiş olsalar da, ellerine geçen silahlarla ya da bıçaklarla ya da tırnaklarıyla doğrayacak, öldürecek, durup kendilerine nedenini soruncaya kadar milyonlarca insanı katledecekler.

Her metro istasyonunda "Frengiye karşı korunuyor musunuz?" sorusuyla gülerek karşılayan yüzler var. Nerde duvar varsa, orada yengeç dönencesine girmek üzere olduğumuzu müjdeleyen pırıl pırıl zehirli yengeç afişleri yapıştırılmış. Nereye gidersen git, neye dokunursan dokun; kanser ve frengi. Gökyüzünde yazılı; alevlenip dans ediyor uğursuz bir işaret misali. Ruhumuzu kemiriyor ve ay gibi ölü bir şeyden farkımız yok.

Stavrogin Dostoyevski'ydi, Dostoyevski ise insanı felç eden ya da zirvelere yönlendiren bütün çelişkilerin toplamı. Giremeyeceği kadar aşağılık hiçbir dünya, tırmanamayacağı kadar yüksek hiçbir yer yoktu. Bütün yelpazeyi kapsadı, uçurumun dibinden uzaydaki yıldızlara kadar. Yazık ki onun gibi gizemin tam göbeğinde oturan, parıltılarıyla bize karanlığın derinliğini ve yoğunluğunu aydınlatacak biri daha gelmeyecek.

Bir fahişe asla bacaklarını açamayacak kadar yorgun değildir. Kimi düzüşün ortasında kestirir bile.

"Dinle" diyor, "Norma adında bir kancık tanıyor musun? Sabahtan akşama kadar Dome'da takılıyor. Lezbiyen olduğundan şüpheleniyorum. Dün onu buraya atıp bildiğim bütün numaraları çektim, bir yere varamadım. Yatağa yatırdım onu. Paçalı külotunu bile çıkardım. Sonra tiksindim. Tanrım, bu kadar uğraşamıyorum artık. Değmiyor. Ya verirler ya da vermezler -onlarla güreşmek zaman kaybından başka bir şey değil. Sen bu türden bir küçük kancıkla güreş tutarken terasta düzülmeye can atan üç hatun olabilir. Doğru bu. Hepsi düzülmeye geliyor buraya. Buranın günah yuvası olduğunu düşünüyorlar. Zavallı budalalar! Batı Yakası'ndan gelen şu öğretmenlerden bazıları gerçekten bakire. Şaka etmiyorum! Bütün gün kıçlarının üzerine oturup bunu düşünüyorlar. Onlarla fazla uğraşmaya gerek kalmıyor. Ölüyorlar zaten. Geçenlerde altı aydır düzülmediğini söyleyen evli bir kadın attım buraya. Düşünebiliyor musun? Tanrım, yanıyordu kadın! Kamışımı koparacak sandım. İnlerken bir yandan da "Kabul mü? Kabul mü?" diye söyleniyordu. Aklını yitirmiş gibi tekrarlıyordu soruyu. Ve kabul etmemi istediği şey neydi biliyor musun? Buraya taşınmak. Düşünsene! Onu sevip sevmediğimi sorup duruyordu ve ben adını bile bilmiyordum. Asla sormam adlarını. Bilmek istemem. Evli kadınlar! Tanrım, buraya getirdiğim evli kancıkları görsen yanlış hayallere kapılmazsın bir daha. Bakirelerden beter evli olanlar. Bir şeyler başlatmanı bile beklemezler -kendileri bulup çıkarırlar kamışı. Ve iş bittikten sonra aşktan filan söz etmezler. Tiksindirici. Söylüyorum sana, yavaş yavaş amcıktan nefret etmeye başlıyorum!"

Hata yapmak hiçbir şey yapmamaktan daha iyidir.

Cebin para doluyken hepsini yarım saat içinde sarhoş bir denizci gibi harcamanın tadına doyum olmaz. Dünya sana aitmiş gibi hissedersin kendini. Ve en güzel yanı, ne yapacağını bilememektir. Arkana yaslanıp taksimetreyi seyredebilirsin, rüzgarın saçını okşamasına izin verebilirsin, bir yerde durup bir içki içebilirsin, dolgun bir bahşiş bırakabilirsin ve her gün yaptığın bir şeymiş gibi kasıla kasıla yürüyebilirsin. Ama devrim yapamazsın. Bağırsaklarındaki bütün boku asla boşaltamazsın..

Henry Miller, Yengeç Dönencesi
Çevirmen: Avi Pardo (Parantez)

Son Yaprak


Bağırıp çağıramayacak kadar mutluyum Ted. İnsanlar yat satın almaktan ya da saray arabalarında dolaşmaktan ne anlıyorlar sanki! Oysa böyle bir bahar sabahı, ufacık bir binek arabasıyla, bir çift beygir insanı mutlu etmeye yetiyor..

O. Henry- Son Yaprak

7 Mart 2013 Perşembe

Hayat Bir Çocuğa Nasıl Anlatılmalı?


Arkadaşımın kızı bir yaşına gelmişti, 'Sen eğitimcisin, neler öğretmem gerekiyor, bazen kendimi çok çaresiz hissediyorum' dedi. Sorusu kolaydı ama yanıtı zordu, akıl vermesi basitti ama uygulaması karmaşıktı, anlatmaya başladım:

Annelik uzun zaman alan ve günün yirmi dört saati devam eden adı 'insan yetiştirmek' olan bir iş. Bir kere bilmelisin ki, zaman alacak. Neye zaman harcarsan onun karşılığını alırsın. İşine zaman harcarsan işinden, eşine zaman harcarsan eşinden, çocuğuna zaman ayırırsan da ondan karşılığını alırsın. Yapabiliyorsan gözyaşlarını tutmamasını öğret, acı çekmeden olgunlaşamayacağını...

Kıskanmamayı öğret ona, arkadaşının başarısından mutlu olmayı, birlikte sevinçleri paylaşmayı, içinden 'neden ben değil de o?' demeden...

Kazanmaktan mutluluk duyup içine sindirmeyi, ama aynı zamanda kaybetmeyi öğrenmesini. Çünkü bir adım sonrasında görünüşte galip olanları gösterecek hayat ona. Her şeyin bir sonu olduğunu öğret. Sahip olduğu bütün değerlerin bir gün keyif vermeyebileceğini, kazanılan ve harcananın bir sonu olduğunu.

Gidilen yerlerin zamanla bıkkınlık verebileceğini, her şeyi tüketebileceğini, tüketemeyeceği tek şeyin bilgi olduğunu öğret.
Kitaplardan keyif almasını.

Ders çalışmak istemiyorsa zorlanmamasını, ama okumayı sevmesini öğret ona. Elbet er ya da geç alacaksın biliyorum, ama mümkün olduğunca geç al ona bilgisayarı. Ona kendisi ile kalacağı sakin zamanlar ver, sıkılmayı öğret ona, sıkılıp da kendini yönlendirmeyi bulmasını.

Doğaya götür onu, hayvanlardan korkmaması gerektiğini öğret. Arıların bizi sokmasından çok, nasıl bal yaptığını anlat. Doğanın kendi içindeki gizemini bulmasına yardımcı ol, yağmurdan sonraki toprak kokusundan keyif almasını sağla.

Soğuk kış gecesinde ateş yakmayı öğret, belki büyüdüğünde bir gece sevgilisine ateş yakar ve belki binlerce yıldızın altında birbirlerine sarılırlar, bunu öğretmemiş diğer sevgililerin aksine...

Şartlar çok zor olsa da yalan söylememesi gerektiğini öğret ona.Kazandığı elli milyonun piyangodan çıkan beş yüz milyardan çok daha keyifli olduğunu öğret.Alın terine saygıyı öğret ona.

Aşk acısı çekmenin hiç aşık olmamaktan daha güzel bir duygu olduğunu öğret.Kendi doğruları üzerinden kimsenin onu yargılamasına izin vermemesi gerektiğini öğret,başkalarını da kendi doğruları üzerinden yargılamamayı...

Bunun başkalarını dinlememek olduğunu değil, söylenenleri kendi eleğinden geçirmesi gerektiğini öğret.
Kendi fikirlerine inanmanın güzelliklerini anlat.Hayatı sorgulamayı öğret ona...

Bilginin en büyük güç olduğunu öğret.Yapabilirse bunu en büyük fiyata satmasını, ama kalbini ve ruhunu kendisine saklaması gerektiğini öğret. Haklı olduğu konuda sonuna kadar diretmesini öğret ve haklıyken dik durmasını.

Günün birinde yaptıkları değil yapmadıkları için pişmanlık duyabileceğini öğret.

Basit yaşaması gerektiğini öğret ona, çay içmekten keyif almayı...
'İstemiyorum', 'hayır' demeyi öğret ona, istediğinde ise 'istiyorum' demeyi.

Sevdiğinde ise 'seni seviyorum' diyebilmeyi öğret ona. Bir kot pantolon ve tişörtle üniversiteyi bitirmeyi öğret ona. Temiz kokmasını...

Sorgusuz sevmeyi...
El yazısı ile notlar yazmayı...
Lafı dolandırmamayı...
Sevdiklerinin hiçbir zaman çantada keklik olmadığını, dostluğa yatırım yapması gerektiğini, kıymetini bilmeyenlerden uzaklaşmasını öğret ona.
Müziği sevmesini, sporla barışık yaşamasını.

İşlerin hiçbir zaman bitmediğini söyle ona, en yoğun zamanda bile kendine vakit ayırması gerektiğini öğret...
Ama en çok da kendini sevmesini öğret...
Kendini sevmezse kimsenin onu sevmeyeceğini...
Kendine çiçek almazsa kimseden çiçek beklememesi gerektiğini... Kendine özenli yemekler yapıp sofralar kurmazsa kimsenin onun için yemek hazırlamayacağını...

Hayatta her şeyden çok kendisinin önemli olduğunu öğret ona...

Aylin Kotil

5 Mart 2013 Salı

Factotum


Bir bifteği midene indirip viskini içmişsen beş sentlik gofretle beslenen adamdan çok daha iyi yazarsın. Aç sanatçı efsanesi bir aldatmacadır.

Charles Bukowski / Factotum

28 Şubat 2013 Perşembe

La-Sonsuzluk Hecesi


“Elini göğsünün üzerine koydu ve şöyle devam etti;
Sanki dedi, bak tam şuramda, sol yanımda eksik bir şey var. Bu kadarla da kalmıyor, o eksiklik bütün ruhuma doluyor. Ne yapsam eksilmiyor, ne yapsam dolmuyor.”

Nazan Bekiroğlu - La-Sonsuzluk Hecesi

26 Şubat 2013 Salı

Alıntı - Bukowski

Aylarca tedavi gördüm, insanı ölümden bile medet umamayacak hale getiren iğnelerle her yanımda açılıp konuşmak isteyen ağızlar gibi beliren irinli baloncukları patlattılar, aylarca, Bir hemşire yaptı bunu. Otuz yaşlarında yumuşak etli bir kadındı. Bayan Ackerman. Benden iğrenmiyordu. Bu beni çok etkilemişti. Ondan hoşlanıyordum. Bayan Ackerman bana şefkat gösteriyordu. Çok uzun bir süre bir boka yaramadı tedavi. İnsanlar sokakta benden korkuyor, gözlerini indiriyorlardı. Zaten onlardan merhamet veya herhangi bir şey istediğim yoktu. Bana yatacak bir kadın verin ve biraz viski, dünyanın en mutlu adamı olurdum. Bunun için biraz beklemem gerekecekti.

Bukowski

Kürtaj

Boşaltılmakta olan bir havuzdaki girdap gibi dönmeye başlayan mavi gözlerinden bir anda yaşlar boşandı.
"Bu kitap bedenimle ilgili" dedi. "Ondan nefret ediyorum. Benim için çok büyük. Başka birinin bedeni bu. Benim değil."
Elimi cebime sokup içinden bir mendil bir de çikolata çıkardım. İnsanlara kederli veya endişeli olduklarında her şeyin yoluna gireceğini söyleyip bir de çikolata ikram ederim. Bu onlar için sürpriz olur ve kendilerini daha iyi hissederler.

Richard Brautigan, Kürtaj

16 Şubat 2013 Cumartesi

Tutunamayanlar

Yanında yatan karısına baktı: Nermin'in vücudu, yorganın kıvrımları arasında kaybolmuştu; yalnız saçları görünüyordu. Yorgan hafifçe inip kalkmasa, yatakta canlı bir varlık olduğunu anlamak zordu. Belki de gerçekten yoktur; yanında yatan, bir saç demetinden ibarettir. Yorganın altından elini uzatarak karısının tenine dokundu. Yazık; insanlar düşüncelerimize uygun biçimler almıyor. Karısına sırtını döndü, kolunu yataktan aşağı sarkıttı. Hayat, düşünceleri tutan bir hapishanedir. İnsan, can sıkıcı bir saç demetidir, ben de akılsız bir robotum. Uyuyakaldı.

Oğuz Atay - Tutunamayanlar

10 Şubat 2013 Pazar

Kürk Mantolu Madonna


Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor da, kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlanışta insanın içini sızlatıyor. Bunun sebebi herhalde "bu böyle olmayabilirdi" düşüncesi, yoksa insan mukadder telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazır.

Sabahattin Ali - Kürk Mantolu Madonna

Ceza

Televizyona bakan bir çocuğun yüzü beni korkutuyor. Daha doğrusu, küçük ya da büyük, televizyona bakan herkesin yüzü beni korkutuyor; totemin karşısında hareketsiz, pasif, ama çocuklarda beni daha çok etkiliyor. Yarı açık ağız, hipnotize gözler: Onunla konuştuğunda seni duymuyor; dokunduğunda fark etmiyor. Trans halinde, uyumuyor ama uyanık da değil, seri olarak imal edilmiş heyecanları tüketiyor. Çocuklar bizim -kaç yıl önce?- okurken keşfettiğimiz görüntüleri hazır olarak alıyorlar. Ben çocukken evde kalmak bir cezaydı.

Eduardo Galeano

8 Şubat 2013 Cuma

Budala

Sıradan insanlar diğer bütün insanlar gibi bunlar da iki gruba ayrılırlar: "dar kafalılar" ve ''kafası daha çok çalışanlar". İlk gruptakiler her zaman daha mutludur. Dar kafalı bir ''sıradan'' insan için kendisinin sıradışı ve alabildiğine özgün bir insan olduğunu düşünmekten ve en ufak bir kuşkuya kapılmaksızın bunun keyfini sürmekten daha kolay bir şey yoktur. Saçlarını kısacık kestirip mavi gözlük takmak ve kendilerini nihilist olarak adlandırmak bazı genç kızlarımıza kendi "inanç"larına sahip olmak için yetermiş gibi geliyor. Bir bakıyorsunuz, yüreğinde insanlığın yararına olacak küçücük bir düşünce doğan biri, hemen kendini kimselerin hissetmediği şeyleri hisseden, genel gelişmenin önünde giden biri gibi görmeye başlıyor: ya da her nasılsa herhangi bir düşünceyi benimsemiş ya da başı sonu belli olmayan bir kitaptan bir sayfa okumuş biri, bir bakıyorsunuz bunların ''kendi kafasından doğmuş düşünceler'' olduğuna inanıyor. Burada karşımıza çıkan şeyin adı, tabiri caizse eğer, saflıktaki küstahlıktır ve gerçekten de insana dudak uçuklatan bir düzeydedir.

Budala - Dostoyevski

3 Şubat 2013 Pazar

Yalnızlık

Yalnızlığımın başkalarnın yalnızlığından derin olduğunu sanmıyorum.
Herkes yalnız ve tek başına. Her birimiz birer bilmeceyiz ve binlerce örtüyle örtülüyüz, yalnız bir insanın diğerinden, birinin yalnızlığını anlatması ve diğerinin kendine saklaması dışında ne farkı var.
Konuşmada rahatlık, sessizlikte biraz erdem var.

(Halil Cibran)

31 Ocak 2013 Perşembe

Dublörün Dilemması

Bazen yolda ya da herhangi bir yerde bir tanıdığınıza rastladınız fakat o esnada kendinizi hazır hissetmediğiniz için ya da başka bir nedenle o kimseyi görmezlikten geldiğiniz vaki değil mi? Peki, daha sonra, o kişiyi sahiden gördüğünüzü teyit edecek bir araştırma yapıyor musunuz? Hayır, buna gerek duymuyorsunuz. Çünkü daima gözlerinize inanıyor ve nedense kendinize fazlasıyla güveniyorsunuz. Görmeyi reddettiğiniz o kimse ya bir hayalden ibaretse? Ya olmayan birine karşı bilinçli ve geçici bir körlük içindeyseniz? İmkansız mı? Ne derseniz deyiniz, çok zayıf ve küçük de olsa böyle bir ihtimal var. Kayıtsızlık, bir yok etme çabasıdır.

Dublörün Dilemması / Murat Menteş

30 Ocak 2013 Çarşamba

Korkuyu Beklerken


Acaba senin de bilinçaltın var mıydı babacığım? Bana öyle geliyor ki sizin zamanınızda böyle şeyler icat edilmemiştir.

Oğuz Atay - Korkuyu Beklerken

28 Ocak 2013 Pazartesi

Başıbozuk

 Kimsenin benimle ilgilenmediğini anladığım zaman 16 yaşındaydım. Hayatımda ilk kez bir şeyi doğru anlamıştım. İnan bana, seninle de ilgilenmiyorlar. Başına gelenler sana ceza ya da ödül olsun diye değil. Hepimiz öleceğiz ve cehenneme gideceğiz. İskender dünyayı aldı ama şimdi tek hatırlanan gay olduğu. Marie Curie laboratuvarda çürüdü. Ne geliyor gözünün önüne firijit bir bakire, hayır aslında evliydi. Kimin umrunda? Demeye çalıştığım da bu zaten. Bırak ansiklopediler senden bahsetmesin, popüler olma, 2150 yılında Google'da adın çıkmasın, üst geçide adını yazmasınlar. Ah ne gam! Beş sene önce hayal ettiğin durumda mısın ya da beş sene sonra hayallerin gerçek olur mu sence? Önemsiz olduğunu kabullen, mızıldamayı bırak.

Muhammed Ali Polat - Başıbozuk

25 Ocak 2013 Cuma

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

Bu dünyada gençlik ve güzelliğin bir anlamı yoktu; birbirinin tıpatıp eşi, ruhları görünmez olmuş bedenlerle dolu uçsuz bucaksız bir toplama kampından başka bir şey değildi yaşadığımız dünya.

Milan Kundera, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

20 Ocak 2013 Pazar

Alıntı


Kadınlar içe doğru açılan ve gıcırdayan kapı gibidir. İçlidir, yavaş ve sakin. Acının ve mutluluğun eşiği, yerkürenin ana rahmi, insanlığın yol alabildiği aralık bir eşiktir.

Namus değil.
Üreme organı değil.
Dirsek temâsı, deneme tahtası veya döl kuyusu değildir.

Namus bacak arasında değildir zira bacak sıkmakla am daralmaz. Kadınlar naiftir, özeldir, kutsaldır, tutkudur... Aşk, sevgi, heyecan, yaşam ve sen ister. Gürültülü, sarsıntılı ve vesveseli iç dünyalarında sana her zaman bir gergefi andıran zemin vardır. Görmesini bilen gözler ile yaklaş, bırak işlesin seni ince ince...

Barış Akbalı

14 Ocak 2013 Pazartesi

Şeker Portakalı

"Nen var Zeze?"
"Hiç. Şarkı söylüyordum."
"Şarkı mı söylüyordun?"
"Evet."
"Öyleyse ben sağır olmalıyım."

İnsanın içinden de şarkı söyleyebildiğini bilmiyor muydu yoksa? Bir şey demedim. Bilmiyorsa bunu ona öğretmeyecektim.

Şeker Portakalı / Jose Mauro de Vasconcelos