28 Ocak 2011 Cuma

Kutsal Çukur


Ben sandım ki aramızda günler geceler kuşlar falan var çünkü senin ellerin papatya kokuyordu açık ara farkla seviyordum seni kendimi terkedip seninle ayrı bir gemiye çıkmıştım belki, oysa insan gölgesini ne kadar inkar edebilir ve ne kadar görmeyebilir gündüz çıkmaması lazım dışarı işte ben de saklanıyordum öylece, gece ağaçlarında saklanıyordum sokak köşelerinde kimliğimi kaybediyordum bira şişelerinden gittiğin günü hesap ediyordum sonra.. Matematiğim hiç kuvvetli olmamıştı ve bana aşkın da ilişkinin de hep matematik üzerinden yürüdüğünü söylemişlerdi. Oysa kimseyi toplamak kimseyi çıkartmak istememiştim hele seni bölmek, bana çarpmaksa inan aklımın ucundan geçmiyordu. Sora sora Bağdat’ı bulmaya çalışıyordum taa ebemizin amında, annemizin rahmindeymiş tabii bulamadım. Kayboldum. Günlerden 3 bin temmuz ikibin dokuz yüzdü belki. Doğan çocuk ağlamamıştı, çocuk vardı ama, kaybolmuştu istemeden. Doğamda da yoktu ellerim üşümemiş ayaklarım buz olmamıştı hiç. Hasta olmuyordum, oluyorduysam da umrum bu duruma ses çıkartmıyor, arkasını dönüyordu. Sana hiç arkamı dönüp uyumadım sonra, bazı geceler küsmüş gibi yapıyor sonra uykumda izliyordum seni rüyamda izliyordum. Düşüncelerimin popülasyonunda artış olduğu vakit onların ağzına tıpa takıyordum hiç gereği yoktu biliyorum belki pencere pervazından güneşe ulaşmaya çalışmak aptallıktı ama inan ben öyle yükseleceğime inanacak kadar da aptaldım. Evet amına koyayım, ben gerçekten aptaldım. Yoksa ne işim olurdu seninle pariste, ne işim olurdu da savaşın sürüp gittiği bir ülkeye doğru yol almıştım, sen susmuştun ben konuşmuştum sen hep susmuştun sonra ben sessizlik olmasın diye odayı dolduruyordum. Bilmeden yapıyordum bunları farkediyorum ki hiç sevmemişim ben kimseyi. Sevsem böyle olmazdı. Üstüne alınma sakın ama sokaklarca ağladım içimdeki kumu dökmek için okyanusta yıkandım ben, saf değildim sen de değildin ama ben böylesini istiyordum. Böyle bölünmüşlüğünle bile istiyordum seni, yaralı bir hayvanı barınağa kapatmak istiyordum. Şimdi virüsü bana verdin ve sen iyisin, görüyorum bunu sakın yalan söyleme, öyle de güzelsin uzakta. Bilgili görgülü olsun zengin olsun diye hiiiiiiiç işin olmaz senin keyfin yerinde. En basitinden en zor soruna kadar biliyordum seni, 3 saate sığdırmıştın kendini ama yine de sen, sen değilsin ki artık. Kaybettin sen o adamı. İçindeki istanbul beyefendisi öldü. Hayat zaten aşktan ibaret değil ki zavallı mıyız neyiz biz neden böyle sürünüyoruz neden jezabel kan içinde yatıyor ve neden ophelia deliriyordu. “Ya sizi denize doğru çekerse efendimiz, yahut denize inen uçurumun korkunç kenarında” diye devam eden Horatio, hoyratça tiradını atarken sen hangi sahnede hangi rolü oynuyordun al sana uçurum, kafanı sok işte içine, yaşa orada. Kendinden 91 santimetre uzaktasın, bir meteor daha lazım sana öyle bir al aşağı edecek seni, hangi gezegende olduğunu şaşıracak, buluttan yastığını ararken farkedeceksin hiçbirimiz tanrı olmadık ki..hayatın siktiğimin metaforları içinde kaybolduk işte, hepsi bu. Hepsi bir. Gitsen de kalsan da. Ölsen de. Diri olsan da. Hepsi bir. Sense bu birliğin beraberliğin ve bütünlüğün içinde kaybolurken aklımızda tek soru var kendini yenilemek için daha kaç balığın var denizinde. Kayığın devrilmesine kaç dalga var, kıyı nerede? Sığ sularında boğuldum işte. Başta da dediğim gibi matematiğim iyi değildir..



http://bayanedit.blogspot.com/

Hiç yorum yok: