11 Ağustos 2012 Cumartesi

Hep mutsuz, hep huysuz ama sorarsan, pek özel!


"İyi bir insan" olmak onu ilgilendirmiyor.
Çünkü bu kendini "iyi hissetmesine" yetmiyor! 
Çalışkan olmak umurunda değil. Çünkü sıkılıyor, yoruluyor. 
Bilen, düşünen, hisseden ve sezgileri güçlü biri olmaya gelince... 
Kafa ve kalp konforunu kaybetmeyi göze alamıyor. Meşakkatli ve uzun yollardan kaçıyor.
Çünkü çarçabuk beğenilmek, çok sevilmek istiyor.
Nasıl takılmışsa artık aklına...
Hangi popüler kültür söylemi, hangi medyatik "kişisel gelişim" sözcüsü onu etkilemişse...
Sık sık "ben özelim!" diye tekrarlıyor içinden ve dışından; "eşsizim, biriciğim, bütün iyi şeyleri ben hak ediyorum!"
Ne garip, bunları söylerken gözlerinden bulutlar geçiyor. Çünkü farkında; insanın kişiliği ve hayatı parmak izine benzemiyor.
Durduk yerde "eşsiz", durduk yerde "özel" olunmuyor. 
İşte bu yüzden hep tatminsiz!
Bu yüzden ne sevmenin gücünden haberi var ne de sevincin!
Dünya onun "özel" olduğunun hâlâ farkında değilmiş gibi ya, ona bozuluyor.
"Hep bir şeyler eksik" duygusu yakasını bırakmıyor. 
Çünkü hayat öteki insanlarla birlikte onu da hizaya girmeye zorluyor. 

Anlattığım kişiyi tanıdınız, değil mi? 
Belki, bir ihtimal, sizsiniz.
Ya da çok yakın bir arkadaşınız...
Şunu biliyoruz ki, sayıları her geçen gün artıyor.
Birkaç kuşaktır şehirli olan bir aileden geliyorlar. İyi eğitimliler.
Ve yaşlarını almış olmalarına karşın hala çocuksu bir mızmızlık içindeler.
Değerli bir okulda okuyunca "değerli biri" olacaklarına; bir yeteneğe sahip olunca, bütün dünyanın o yetenek karşısında el pençe duracağına inandırılmışlar.
Oysa el, elden üstün.
Bu gerçekle her yüzleşmenin ardından içi boş, dışı cafcaflı bir mistisizm sarıyor benliklerini.
"Evrenden isterlerse, olacağına"; "seçilmiş oldukları için bir gün mutlaka fark edileceklerine" inanırlarken...
Yıllar huzursuz, mutsuz, huysuz gelip geçiyor. 

Özellik, seçilmişlik, eşsiz bir değere sahip olmak...
Bütün bunlar insanın içinde taşıdığı imkân ve istidatlardır.
Bütün bunlar durduğumuz yer değil, ilerleyeceğimiz hedeflerdir.
O yüzden kof gururlara değil, yolculuğun sevinçlerine kaynaklık etmeliler.
Ah, bir anlasalar ki...
Bir insanın "özel" olması, başkalarını "genel" yapıp üzerlerine basması sonucu gerçekleşmez! 
Peki nasıl özel oluruz? 
"Özelliğimizi" nasıl bulur, ortaya çıkartır ve işleriz?
Severek ve çalışıp çabalayarak...
Geçen gün sevgili Mustafa Ulusoy benzer konudaki bir yazısının sonuna şu ayeti şahit getirmişti.
"Ve insana çaba gösterdiği dışında bir şey verilmeyecektir." (Necm, 39)

Haşmet Babaoğlu 

Hiç yorum yok: