2011'e 1 kala ölümü düşündüm.
Dün akşam ilk kez evimize konuk gelip, yemek yediğimiz, tanıştığımız ve kaba, sığ diye nitelediğim, O'nun da eminim beni soğuk bulup pek hoşlaşmadığı gözlerinden okunan Gül, bugün bana bir sürü dükkanı hiç üşenmeden gezdirip, esnafla benim için pazarlık etti," bu porselenin iyisidir bu değildir" diye dillerini yordu. bazen korkarak, tavrımdan emin olamadan iğreti bi edayla koluma girmek istedi. sık sık göz göze geldik konuşurken. gözlerimi kaçırmadan konuşmak için tüm çabamı harcadım. bilmiyorum sebebini.
Bana güvensin istiyordum çünkü. beni sevsin. gözlerimden görsün içimi. göz göze gelince korkusunun geçeceğini sandım. koluma girmesi sıradan ve hep olagelmiş bi olaymış aramızda gibi hissetmesini istedim. O'nu tanımak istedim çünkü. yakınıma girmesine müsaade etmek..
çünkü o kadar dobra bir kız ki O, hiç bişey canını sıkamaz hatta yakamaz gibi pervasız bi tavrı var her tarafında. kocaman bal köpüğü gözleri, belirgin ve karakteristik elmacık kemikleri.. o elmacık kemiklerine yakışmayan bi çocuğunkine fena halde benzeyen elleri.. bazı insanların ayaklarını merak ederim delice kimi zaman. dün akşam da yaşadım bu duyguyu. sanki ayaklarını da görsem puzzle tamamlanacaktı, keşfedilecek mağaraya ulaşmış olacaktım. ayaklar kişiler hakkında çok şey anlatır. karakteri ayaklarından okunur insanın, en azından benim için böyle bu. kırılganlığı, dikbaşlılığı ayaklarında yazılıdır insanların bence.
ve çoğu zaman ufak şeylere verdiği abartılı gülme refleksi var Gül'ün, "amaann kimin umrundaaaa" gibi. sonra sessizce insanları incelemesi var, korkmuş ve tedbirli gözlerle. en çok da bi şeyin olmuş olması için uğraşmayan, tamamen içinden geldiği gibi yapılmış, zamanın içinde yağ gibi akan bi davranış stili var O'nun. herşeyi başarabilecek, tuttuğunu koparabilecek, zaman zaman sevdiğini, belki en yakınını bile tedirgin edecek kadar tehlikeli görünen bir yanı.. hırslı bi burnu.
çarşı dönüşünde bana gelip bişeyler yemeyi, çay-kahve içmeyi teklif ettim. "yemek yemem ama çay içerim" dedi. henüz lavaboya gitmiştim ki, gelen telefonla dayısının eşinin vefatı haberini duyması bir oldu. o pervasız, vurdumduymaz balköpüğü gözleri dolu dolu oldu anında. gözleri iriydi, kocamaan oldu. kirpiklerinin uzunluğunu o an daha bi fark ettim. tomur tomur gözyaşı döktü telefon konuşmasının ardından. kadının cefakarlığından, bunlara yaptığı iyiliklerden, çocuklarının vefasızlığından bahsetti bir solukta. çayı içemedi. yeni yıla girerken meydanda havai fişek gösterilerini izleyecekti ablaları ile, hindi pişireceklerdi. evde ölümü konuşuyorlar şimdi.
2011'e 1 kala ölümü düşündüm sessizce. "bi yılın diğer yıllardan farkı ne ki?" dedim. "hepsi yıl değil mi?"
Yılları ayıran yaşananlar olacak yıllar sonra geriye baktığımızda sanırım. "geçen yıl dayımın eşini kaybetmiştik" diye anılacak mesela 2010. "geçen yıl doğmuştun balım" diye biri fısıldayacak bebeğinin kulağına biri belki. "geçen yıl evlenmiştik."
Yaşayayım ben, yaşa sen, kutlu olun siz! biz varsak zaman var çünkü.
Not: Azerbaycan'da herkesin tanıdığı, bildiği ses sanatçısı Nazperi'yi dün tesadüfi şekilde internette bi şarkıyı ararken dinledim. O şarkı; "Görmüşem sevmişem isterem seni ne çare". facebookta paylaştım kimse yüzüne bakmadı. Yeminle 100 kez dinledim 2 günde. bu yazıyı da yine o şarkı eşliğinde yazıyorum. Kadının sesi ve türkünün güzelliği hatrına sitem notuydu bu. :P
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder