"sağ elinde iz olanlara değil bu kez, üzerlerinde hiçbir iz taşıyamayanlara..."
"Bir ilişkide karşındakini değiştirmeye çalışma" derler ya hep; hani yanlıştır, işe yaramaz ya da mümkün değil derler... İtiraf ediyorum, ben değiştirmeye çalıştım...
Dostlarımı değiştirmeye çalıştım;
"İçinde bulunduğun odaya göre konuşursan, sana herkes oturacak bir yer verir" dediklerimi, kalbine göre konuşmaya çağırdım,
Kalemini sanat için değil, sıkıntılı hayatından sıyrılıp güzel ortamlara girmek için kullananlara küskünlük hediye ettim, onları aslına çağırdım,
"Ben her şey olabildim" diyenlerle dalga geçenleri gördüm, "her şey oldum" diyeni dalga değil, su olmaya çağırdım,
Birinin mutluluğu üzerine sekiz tane mutsuzluk hikâyesi yazıp satacak kimilerini, daha çok inanmaya çağırdım,
Yazılan cümleleri üzerine çabucak giyinebilen ama söylenen yalanları iki kez fazla aynaya bakmak için görmezden gelenleri, uyanmaya çağırdım,
"Bir şairin sözü yalan olmaz" dediğim birini, tüm şiirleriyle birlikte ebedi ve edebi bir vicdana çağırdım,
Kendini gerçek aşkı arayan bir derviş gibi tanıtıp, aşkı bulamamanın isyanıyla durmadan ağlayıp, tanıştığı yatakların sayısını unutanları, ileride yatacak bir yerleri olsun diye ayakta aramaya çağırdım,
Yaşadığı her şeyi daha uyumadan unutanlar vardı, kendi sözlerini yiyerek bitirenler, başkalarının verdiği sözlere kendilerini bildiklerinden dolayı inanmayanlar, onları hep dünü hatırlamaya çağırdım,
Herkesi sevdiği için kimseye değer veremeyen birini de tanıdım, onu da okuyup ağlasın diye Oscar Wilde'ın "nankör insan her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyendir" cümlesinin yanı başına çağırdım,
Herkese mavi boncuk dağıtan, her dostunu sevgilisi olarak tanıtan biri vardı, ondan korkarak sıkıldım ve kötülükle mutlu olan bir benzerine bırakıp kaçtım, belki bir ruhu vardır diye adı geçtiğinde onun yerine ruh çağırdım,
Yıllar öncesinde sırtladığım ve kelimelerinde özenle durup bekleyerek anlamaya çalıştığım birinin kulaktan kulağa konuştuğunu ve aslında kendine ait bir noktasının bile olmadığını anladım, boş yere olduğunu bile bile onu hiç çıkmamış mavi bir kitaptan geçmişine çağırdım,
Biri sadece yaptıklarımızın üzerine basıp, bağırıp üzümlerimizi yedi, sonunda ben de ona bağırdım ama onu bile yakınıma çağırdım,
Bir başkasının kalesini yıkmak için doğanların bir tuğlası bile olmadığını görünce bazen, utansınlar diye karşılarında kendi kendime yıkıldım. Onlar sonradan da bir kale olamadılar ama ben yıkıldığım yerden hep üzerimi silkeleyerek ayağa kalktım,
Hepsine alıştım ama evet değiştirmeye çalıştım...
Sevgilimi değiştirmeye çalıştım;
Bir elele tutuşmanın sıcaklığını, gökyüzündeki güneşte ararken, onu gözlerime bakmaya çağırdım,
Rüyaya çağırdım onu, oysa o sadece uykusunda gerçeği görüyordu... Kuramadığı hayallere çağırdım, tek başına gidemediği denizlere; yüreğini kumdan derine çağırdım,
Kimse öpmemişti onu böyle, kimse dokunmamıştı ona daha önce bu şekilde; onu dudağıma her çıkacak sözden önce çağırdım,
Üzerinde yürüdüğü kumlar ayaklarını yakmıştı hep, o kumlardan yaptığım aynaya bakmaya çağırdım onu, en çok orada kendime bağırdım ama yine de çağırdım,
Susarak sakladığı ne kadar şey varsa bakışlarından dökülüyordu oysa, temiz bir sayfa açabilsin diye onu hep konuşmaya çağırdım,
Sadakat dedikleri bir şey vardı, mutlaka duymuştu daha önce bir yerlerden, onu sadık olmaya kalbimle çağırdım,
Çamura battıkça kendini daha iyi hisseden birinin uzattığı eli seviyordu, el sanıyordu, o ele bir geçmiş bağışlamıştı, onu kendini de bağışlamaya çağırdım,
Biliyorum ağırdım onun hafifliğine, her hafiften keyif alan yanları en fazla kaç eder öğrensin diye teraziye çağırdım,
Onu ruhu kırışmasın diye çarşafsız yataklardan silmek için, kuştüyü yastıklara yazdım, yerini yadırgadı, onu her uyku öncesinde okuma yazmaya çağırdım,
Güzel bir parfümün kokusunu herkese anlatıp, sonra o kokuyu en yakınının kucağına bırakıp, hiç olmamış gibi yaşamaya devam edebildiğini dinledim ağzından, yakınıma en baştan uzaktı, hata edip onu uzağımdan yakınıma çağırdım,
Onu da dostlarım gibi unutmamaya çağırdım, "hayatın hatırlama ve hatırlatma sözü müyüm ben" diye düşündüm çoğu zaman, neden herkesi ben çağırıyorum konu hatırlamak olunca... en çok unuttuklarından korkacaktı, bu kez onu unuttuklarına çağırdım...
Bazen yeri geldi, yalanına bile sadık kalsın diye onu doğruya değil inandığı yalanına çağırdım,
İhtiyaçların en çok karşılandığı yerde kendine hâlâ inandığını görüp ona nasıl da acıdım, onu aşkıma değil artık sadece şefkatime çağırdım,
Kirlenen her şeyin içinde onu hep beyaz kalmış köşelere taşıdım, bir kalbi bile yoktu belki ve ben onu hep masum olmaya çağırdım,
Sonunda, kendi kelimelerimle cennetime çağırdığım birini, ilk kez kendi cehennemine yolladım...
***
Ha diyeceksiniz ki, kimse geldi mi? Hayır gelmedi...
Olsun ben yine de çağırdım...
Emre Kalcı
fotoğraf: jeanloup sieff
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder