Zaten saatler de 1 saat geri alındı. Uzatmayalım.
"Kendim hakkında sık sık söylediğim sözler ne kadar doğru, Şehrazad hayatını masal anlatarak kurtarmıştı, ben de hayatımı yazarak kurtarıyorum ya da bu şekilde sağ kalıyorum."
30 Ekim 2010 Cumartesi
içim çok konuşur
Kendinden hiç söz etmemek, çok soylu bir ikiyüzlülüktür.
uff benim kadar kendinden bahseden olmasın. gece gündüz kendi reklamım. egosal tripler. tatminsizlik duygusu. daha değil hissi. olmadı bu dürtüsü. hala yazası olan bi çift el. anlat anlat bitmeyecek, nerden uydurduğumu bilmediğim cümleler.
siz çoğunu duymazsınız, içim çok konuşur benim.
uff benim kadar kendinden bahseden olmasın. gece gündüz kendi reklamım. egosal tripler. tatminsizlik duygusu. daha değil hissi. olmadı bu dürtüsü. hala yazası olan bi çift el. anlat anlat bitmeyecek, nerden uydurduğumu bilmediğim cümleler.
siz çoğunu duymazsınız, içim çok konuşur benim.
ve yağmur..
beklenen gün geldi çattı; Nahcivan'a yağmur yağıyor. bir daha da iflah olmaz sanki bu hava. Çok pis, efkarlı efkarlı, deli deli, bi şekil yağıyo ama.. alışverişe çıkıp kırmızı mercimek çorbasına rendeleyeceğim patatesi alacaktım ama yağmurun bu gidişatını hiç beğenmedim. günlerdir İzmir, Kocaeli'de yağan sağanak yağmur ve sonrasındaki sel haberlerini izlerken, biliyodum ha geldi ha gelecek bu topraklara da o yağmurlar diye. havayı koklamıyorum hayır, haber izliyorum. yattı bizim çorba işi bugün de. iyi ki dün akşam terasta mangal yakmış, -belki son kez olsun- tavuk kanat ve butları çıtır çıtır kızartmışız ateşte, alkol alıp arkilerle muhabbet etmişiz saatlerce. iyi ki..
şimdi daha da öfkelendi yağmur. beni de takıp götürecek sanki koluna. ben camı kapatayım.
şimdi daha da öfkelendi yağmur. beni de takıp götürecek sanki koluna. ben camı kapatayım.
göbek nedir?
yatık pozisyonda bile elips çizen bi karın görüyorsan kendinde, sen basbayaa göbeklisin işte.
29 Ekim 2010 Cuma
Avrupa Yakası'nın Meryem'ine Okan Bayülgen bi el atar, "kızım sen çok yeteneklisin yaffuuu! Gel Disco gecesine de elalem oyunculuk görsün." der. Bizim tatlı kırık Nihal Yalçın'ımız da Nahide Ekengil karakteri ile ekranı ve facei sallar. Sağol Okan!
Zaten Okan zeki adamdır. Ve yetenek nerde olursa olsun eninde sonunda farkedilir.
28 Ekim 2010 Perşembe
sevindirik!
ehüüüüüü!! :)) pek sevindirik oldum. ev sahibinin kızı N. bana gelmekten vazgeçti sanırım. saat Nahcivan'da 17.32. hala gelmediğine göre, bugün gelmez heralde. perşembeleri çalışmıyormuş, öğretmen kendileri. hala manat hesabı yapamayan bi kız nasıl olup da biyoloji dersi verebiliyor anlamadım ben, hem de lise talebelerine. biraz da yalancı sanki. Ö.'den hoşlandığını söylemişti, Ö. istemeyince "zaten ben de düşündüm, böylesi daha iyi. sakın üzülme çünkü ben üzülmedim." diye egosunu törpülüyo. neyse ne işte, açıkça söylesene. gözlerin dolsun, yaaa ama nasıl olur, o kadar çirkin miyim, üzüldüm ulan falan desin. demedi. ben de samimi bulmadım. ayrıca numaralı gözlüklerinden kurtulmak istiyo, bence yakışıyo ona ama şekilci biraz sanki. "ben kendime bakarım" diye geriniyo. en uyuzu da bu bence. baaaakkk..
ya tamam gelsin, otursun, olmadığı şekilde kendini anlatsın, pazarlasın kendini yani bana ama nolurr o kadar konuşmasın. saatlerimi çalmasın. Türk erkekle evlenmek istiyo. iki tane erkek kardeşim olduğunu öğrendiğinden beri de yanımdan ayrılmıyo gibi de geldi sanki bana..
perşembeleri artık Cahan Ticaret'e atıcam kendimi. karga bokunu yemeden.
ya tamam gelsin, otursun, olmadığı şekilde kendini anlatsın, pazarlasın kendini yani bana ama nolurr o kadar konuşmasın. saatlerimi çalmasın. Türk erkekle evlenmek istiyo. iki tane erkek kardeşim olduğunu öğrendiğinden beri de yanımdan ayrılmıyo gibi de geldi sanki bana..
perşembeleri artık Cahan Ticaret'e atıcam kendimi. karga bokunu yemeden.
En Büyük Korkum
"Bugün Allah için ne yaptın" sorusu çocukluğumun kabusu gibiydi. Evin en görünür yerinde, kapıdan girince hemen karşımda asılı bi duvar resmiydi bu yazı. Kabe'nin üzerinden güneş doğuyordu. Kabe - Allah - Güneş - günah. Allamm yaa kafayı sıyırmadığıma şaşıyorum! Zaten yazları da Kur'an kursuna gitmekten hiç hazetmedim. Hep sorumluluk ve eksiklik duygusu. "Bugün Allah için ne yaptın?" Allaaam bugün Sen'den olan Ben için bi dua ettim. Beni Müge Anlı'nın programına düşmekten koru. Amin.
27 Ekim 2010 Çarşamba
AĞRI
-ağrımı anlattığım insanlara,
alihsan'a, ışıl'a, ayhan'a-
sonbaharların kralı gelirmiş meğer istanbul'a
ciğerlerimin filmini çektiler
ciğerlerim artiz oldular icabında
akut alevlenmiş kronik bir sonbahar gibi bakıyordu
sigara figüran falan.
ben kırmızı bir yaprağı oynuyordum esas kız olarak
uçuşuyordum, uçuşmakmış meğer benim anlamım
ben bunu geç anladım.
senin için şiir yazacaktım istanbul
ismini ağrı koyacaktım.
oysa bir şiir niyeydi sanki
yer içer sevişir miydi sanki bir şiir
hamsi ısmarlar mıydı mesela bir şiir insana?
fotoğraf çektirebilir miydi mesela hipodromda atlarla?
rakı içebilir miydi samatya'da
bir şiir uyur muydu kuş gibi
başını alıp da kanatlarının altına?
oysa bir şiir neydi sanki
ben seni ciğerimin köşesindeki arıza kadar sevdim
bir şiir seni bu kadar sever miydi sanıyorsun istanbul?
bağırdım sokaklarına kartondan postlar sermiş ayyaşlara
bana kerametinizi gösterin
kermatenizi gösterin bana!
bir dikişte içtim bir şişe geceni
yıldız komasına girmek istiyordum,
istiyordum dolunay çarpsındı beni
kurt adamlarım serbest kalsındı icabında
kimim fazladan puştluğu varsa bir sigara sarsındı bana
kin kusulsundu, öç alınsın
icabında modern kadındım, ne zaman şişmanlasa ruhum
hemen yarın yeni bir intihara başladım.
ben fazla yemesem diyorum baylar yani
bu kadar hınç bana fazla.
icabında bir allah bir allah daha
çok tanrılı bir din ederdi
bırak müridin olayım istanbul
sen beni hep bir şiir sanıyordun istanbul
oysa çakmaktaşları gibi kıvılcımlıydı gözyaşlarım
ağlamaktan kızaran bir örnek burnum ve gözaltlarımla
bu şiiri ben yaralı bir panda vaziyetinde yazdım
canım yandı
bu şiiri ben bir yangın vaziyetinde yazdım
şimdi bırak sana kedilerime süt getiren eski günlerimi anlatayım
kapıma gül bırakan adamları
ben de icabında bir hafıza mağduruyum
cumartesi günleri gayri annemlerle birlikte
sokaklarında eylemler yapayım.
benim ne sakal yanığı günlerim oldu
guruba bak ve beni an
öpüşmekten yorgun ve kızıl
bir şiir sana bunları söyler miydi sanıyorsun?
yağmurlarında yıkanan kırmızı banklarına baktım
bütün allar bir gün solarmış
ben bunu geç anladım
yağmur meğer tanrının zulmüymüş istanbul.
ağrı neydi, neremdeydi, neresiydi ağrı
kim bana kalbimin menzilini soracaksa sorsun artık
ağrıdurmadanağrıdurmadanağrıdurmadan
ağrı benim durmadan doruğuna tırmandığım
meğer yüksek bir dağmış.
üstümü ara
cebimdeki şiiri usulca kaydırayım senden tarafa
ellerimi de kaldırdım bak
hazırım tutkumu tutukla.
şiirsizim
bu şiir senin ismini ağrı koyar mıydı sanıyorsun istanbul
ben bu şiiri kusarak yazdım.
Didem Madak
-ağrımı anlattığım insanlara,
alihsan'a, ışıl'a, ayhan'a-
sonbaharların kralı gelirmiş meğer istanbul'a
ciğerlerimin filmini çektiler
ciğerlerim artiz oldular icabında
akut alevlenmiş kronik bir sonbahar gibi bakıyordu
sigara figüran falan.
ben kırmızı bir yaprağı oynuyordum esas kız olarak
uçuşuyordum, uçuşmakmış meğer benim anlamım
ben bunu geç anladım.
senin için şiir yazacaktım istanbul
ismini ağrı koyacaktım.
oysa bir şiir niyeydi sanki
yer içer sevişir miydi sanki bir şiir
hamsi ısmarlar mıydı mesela bir şiir insana?
fotoğraf çektirebilir miydi mesela hipodromda atlarla?
rakı içebilir miydi samatya'da
bir şiir uyur muydu kuş gibi
başını alıp da kanatlarının altına?
oysa bir şiir neydi sanki
ben seni ciğerimin köşesindeki arıza kadar sevdim
bir şiir seni bu kadar sever miydi sanıyorsun istanbul?
bağırdım sokaklarına kartondan postlar sermiş ayyaşlara
bana kerametinizi gösterin
kermatenizi gösterin bana!
bir dikişte içtim bir şişe geceni
yıldız komasına girmek istiyordum,
istiyordum dolunay çarpsındı beni
kurt adamlarım serbest kalsındı icabında
kimim fazladan puştluğu varsa bir sigara sarsındı bana
kin kusulsundu, öç alınsın
icabında modern kadındım, ne zaman şişmanlasa ruhum
hemen yarın yeni bir intihara başladım.
ben fazla yemesem diyorum baylar yani
bu kadar hınç bana fazla.
icabında bir allah bir allah daha
çok tanrılı bir din ederdi
bırak müridin olayım istanbul
sen beni hep bir şiir sanıyordun istanbul
oysa çakmaktaşları gibi kıvılcımlıydı gözyaşlarım
ağlamaktan kızaran bir örnek burnum ve gözaltlarımla
bu şiiri ben yaralı bir panda vaziyetinde yazdım
canım yandı
bu şiiri ben bir yangın vaziyetinde yazdım
şimdi bırak sana kedilerime süt getiren eski günlerimi anlatayım
kapıma gül bırakan adamları
ben de icabında bir hafıza mağduruyum
cumartesi günleri gayri annemlerle birlikte
sokaklarında eylemler yapayım.
benim ne sakal yanığı günlerim oldu
guruba bak ve beni an
öpüşmekten yorgun ve kızıl
bir şiir sana bunları söyler miydi sanıyorsun?
yağmurlarında yıkanan kırmızı banklarına baktım
bütün allar bir gün solarmış
ben bunu geç anladım
yağmur meğer tanrının zulmüymüş istanbul.
ağrı neydi, neremdeydi, neresiydi ağrı
kim bana kalbimin menzilini soracaksa sorsun artık
ağrıdurmadanağrıdurmadanağrıdurmadan
ağrı benim durmadan doruğuna tırmandığım
meğer yüksek bir dağmış.
üstümü ara
cebimdeki şiiri usulca kaydırayım senden tarafa
ellerimi de kaldırdım bak
hazırım tutkumu tutukla.
şiirsizim
bu şiir senin ismini ağrı koyar mıydı sanıyorsun istanbul
ben bu şiiri kusarak yazdım.
Didem Madak
lal
Burada (Nahcivan) komşunun bir erkek çocuğu var. Geldiğimden beri tek kelime duyamadım ağzından. Sürekli gözlemliyor olan biteni. Eşyalara ve yüzlere uzun uzun bakıyor sadece. Hep aynı ifadesiz ifade yüzünde. sanki içinde bir dede saklıyor.
25 Ekim 2010 Pazartesi
Anna
"biz her şeye, esirgeyen ve bağışlayan, çokça esirgeyen ve çokça bağışlayan, hep esirgeyen ve hep bağışlayan rabbin adıyla başlayan adamlarız anna.
büyücülerin, haramilerin, borsacıların, reklamcıların, korsanların, işgalcilerin, bankacıların elinden kurtulmamız da bundan.
sanayi devriminde bile, karanlık, rutubetli, çok bağırışlı, çok nefessiz, çok sabahsız, çok aşksız, çok çiçeksiz, çok neşesiz, çok kitapsız bir fabrikada hayatta kaldık sırf bu yüzden.
piyasaların hınçla dolu iniş çıkışlarına kalbimiz dayanıyor bir şekilde. kalbimiz derken, ilk gençliğimiz, sakalımız, bir kasetin iki yüzüne de ardarda kaydedip dinlediğimiz şarkımız diyorum aslında.
işte böyle yaşıyoruz ve yaşamak da sana dair uzayıp giden bir özleme dönüşüyor.
insaf et anna!
gidelim buradan.
senin masumiyetini, bilgelik zamanlarından kalma sırları, dünyanın bütün sabahlarını yanımıza alıp da gidelim.
hesap etmeden, haritaya bakmadan gidelim.
ölelim diyecektim az kalsın. ölmeyelim. hiç ölmeyelim anna.
sarılalım diyecektim az kalsın. içimden böyle şeyler de geçiyor işte. sarılalım, dudakların…
tamam sustum.
gitmek istemezsen bir şiir miktarı kadar otursak diyorum. şiir kalsın istersen, sadece otursak. oturmasan da olur benimle, sadece ellerimi tut. ellerimi tutma dilersen sadece yüzüme bak.
yüzüme bak ama anna, yüzüme bak. gözlerime bak, gözlerimin içine bak.
gözlerim biraz karanlık. içinde cenkler, ayinler, kesik damarlar, kapıları yumruklayışlar, cipralexler, turgutlar, edipler, sezailer, siyahlar, beyazlar, uykusuzluklar, bitmeyen başağrıları, bildirilerin öfkesi, duvarlara uzun dalmışlıklar var.
gözlerim biraz yorgun. içinde bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler…
bekleyişler anna. köylü çocukların parasız yatılı sonuçları mesela. nişanlısı askerde kızlar, kızı ölüm orucundaki baba, babası tersanede oğul, oğlu şizofren anne.
hepsini sayamam gerçi, utançlarım da var. ama geçecek hepsi, geçecek. şifalı gözlerin her şeyi iyi edecek.
gözlerimin içine bakmaktan korkma anna.
sen adımını attığın andan itibaren hira dinginliğine dönüşecek ortalık.
tanrı bizimle de konuşur belki."
Tarık Tufan - Anna
büyücülerin, haramilerin, borsacıların, reklamcıların, korsanların, işgalcilerin, bankacıların elinden kurtulmamız da bundan.
sanayi devriminde bile, karanlık, rutubetli, çok bağırışlı, çok nefessiz, çok sabahsız, çok aşksız, çok çiçeksiz, çok neşesiz, çok kitapsız bir fabrikada hayatta kaldık sırf bu yüzden.
piyasaların hınçla dolu iniş çıkışlarına kalbimiz dayanıyor bir şekilde. kalbimiz derken, ilk gençliğimiz, sakalımız, bir kasetin iki yüzüne de ardarda kaydedip dinlediğimiz şarkımız diyorum aslında.
işte böyle yaşıyoruz ve yaşamak da sana dair uzayıp giden bir özleme dönüşüyor.
insaf et anna!
gidelim buradan.
senin masumiyetini, bilgelik zamanlarından kalma sırları, dünyanın bütün sabahlarını yanımıza alıp da gidelim.
hesap etmeden, haritaya bakmadan gidelim.
ölelim diyecektim az kalsın. ölmeyelim. hiç ölmeyelim anna.
sarılalım diyecektim az kalsın. içimden böyle şeyler de geçiyor işte. sarılalım, dudakların…
tamam sustum.
gitmek istemezsen bir şiir miktarı kadar otursak diyorum. şiir kalsın istersen, sadece otursak. oturmasan da olur benimle, sadece ellerimi tut. ellerimi tutma dilersen sadece yüzüme bak.
yüzüme bak ama anna, yüzüme bak. gözlerime bak, gözlerimin içine bak.
gözlerim biraz karanlık. içinde cenkler, ayinler, kesik damarlar, kapıları yumruklayışlar, cipralexler, turgutlar, edipler, sezailer, siyahlar, beyazlar, uykusuzluklar, bitmeyen başağrıları, bildirilerin öfkesi, duvarlara uzun dalmışlıklar var.
gözlerim biraz yorgun. içinde bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler…
bekleyişler anna. köylü çocukların parasız yatılı sonuçları mesela. nişanlısı askerde kızlar, kızı ölüm orucundaki baba, babası tersanede oğul, oğlu şizofren anne.
hepsini sayamam gerçi, utançlarım da var. ama geçecek hepsi, geçecek. şifalı gözlerin her şeyi iyi edecek.
gözlerimin içine bakmaktan korkma anna.
sen adımını attığın andan itibaren hira dinginliğine dönüşecek ortalık.
tanrı bizimle de konuşur belki."
Tarık Tufan - Anna
20 Ekim 2010 Çarşamba
19 Ekim 2010 Salı
Güvenmeyi Bebeyken Öğrendim
küçükken evde her yalnız kaldığımda, televizyonun siyah camından çok korkup, açamadığımda, duvardaki pütürlerden resimler çıkarırdım. ve hep bulmaya çalıştığım bir yüz olurdu, yine aynı şeyi, aynı yerde bulabilecekmiyim diye bir oyundu belki benimki kendimle oynadığım. ve hep aynı yerde, aynı yüzü bulurdum. ben güvenmeyi böyle öğrendim.
İmam Nikahı
Bize imam nikahı kıyılırken, bana gülme krizi geldi.Sonra geçti. Hoca beni azarlayacak diye korktum ama bunu yapmadı. İmam nikahımız, namaz gibi bozulmuş olmaz mı diye merak ettim, sonra o da geçti.
Kör Alan
"Kör Alan" aydınlatıcılarımız bol olsun bugün. :) Amin!
Kör Alan, sizin kendinizle ilgili farkında olmadığınız, bilmediğiniz, fakat karşınızdaki insanların bildiği, farkında olduğu tutum, nitelik ve davranışlarınızdır.
Kör Alan, sizin kendinizle ilgili farkında olmadığınız, bilmediğiniz, fakat karşınızdaki insanların bildiği, farkında olduğu tutum, nitelik ve davranışlarınızdır.
18 Ekim 2010 Pazartesi
Aparırlar!
Nahcivan'da bi "yahşi" bir de "aparmak" kelimelerini çok sık duyuyorum. "yahşi"yi bir haftada ben de iyi, güzel şey, olur anlamında kullanmaya başladım bile. sanki nereye koysan olur bir kelime gibi kendileri. hayır, hayır değiştiriyorum; sadece bu kelimeyi olumlu insanlar kullanmalı. güzel cümlelere, iyi dileklere.
Dün pazara gidesim tuttu. üstelik yağan yağmura rağmen. sonbaharda giydiğim siyah montum beni terletti, demek ki hava sıcakmış yine de. burada herkes bana bakıyor. eşofmanlarla gezen bir kıza rastlamak imkansız burada çünkü. kızlar ve anneleri birazdan sahne alacaklar gibi giyiniyorlar. siyah kumaş pantolona bile bu kadar süs yapılarak, kokoş olunabilir mi, valla oluyo burada. Cahan Ticaret Merkezi var. giysiler, erzaklar, mutfak araç gereçleri, hırdavat, meyve-sebze işte bir sürü şeyin satıldığı yer. tüm giysiler burası için özel seçilmiş ve yollanmış gibi. yarım saatte o daracık han gibi şeyin içinde nefes alamamaktan bayılacaktım. hee tamam, bana göre bişey yok burada diye kanaat getirince, mutfağıma eksikleri tamamlamaya çıktım. yemek tabakları, baharat, pirinç vs için saklama kapları, limon sıkacağı, orta boy plastik leğen, kaşıklık, et tahtası. uff çok ağırdı. meyve-sebze de almam lazımdı, alt kata indim. burada duduğum bişeyi deneyimlemeye karar verdim. burada hiç hırsızlık olmazmış. bişey kaybolmazmış. hımm deneyelim. gözlerimle pazarcılardan brini seçmem grekiyordu, elidekileri emanet bırakmak için. sonunda yanyana oturan iki nene buldum. birinin önünde otlar, diğerinin turp, havuç falan. otlar olana sordum "nine buraya bırakabilirmiyim bunları? pazarı dolaşıp gelicem çok ağırlar çünküüü.." "koy ama uzun süre gelmezsen aparırlar." dedi. tabi aparırların dışındakileri bu şekilde söylemedi. yani benden sana hayır yok dedi, dursun ama sahip çıkamam, götürürler, çalarlar. yanındaki havuç satan nine imdada yetişti. "getir kızım getir! ben saklarım onları. istediğin kadar da gez." neeyyyy! :) gittim dolaştım, alışverişimi yaptım. geri geldim. arkasındaki tahta sandıklara yığmış eşyamı, üzerne de siyah şemsiyeyi siper etmiş. yahşiiii! :) bir daha bir daha teşekkür ettim beni eziyetten kurtardığı için. "her ne zaman pazara gelirsen, neneni bulasan." buraya bırak gez dedi yani. sana poğaça yapıp getircem söz! :) insan düyanın neresinde olursa insandır demek ki.
havada toprak ve gaz kokusu var. ben umutlu eve dönüyorum. :)
17 Ekim 2010 Pazar
16 Ekim 2010 Cumartesi
alıntı
O kadar uzun yol geldik ki seninle
Şimdi, sen ayrı ben ayrı olan o yolu
Nasıl yürüyeceğiz?
...( Biz seninle yoldayken yanımızdan ovalar, ağaçlar, titreşen rüzgârlar akmıştı. Bir yolumuz olduğunu,yol kazalarını, yol yorgunluğunu o zamanlar biliyor muyduk?)
Birhan Keskin
Kanamalar
size,
bu odanın alacakaranlığından,
okyanusundan, beni boğan dalgalarından,
tenimde kalan tuzundan ve
yastıklarda kuruyan gözyaşından
hiç bahsetmedim.
size,
nasılsın diyerek başlayan telefonlarınıza
(garip, tuhaf aslında)
beyaz bembeyaz tabiatımla
'iyiyim' diyorum.
yani aslında korkuyorum
bütün bunlar kıyamet
bütün bunlar cinnet
bütün bunlar cinayet demeye
bir daha düzeltilemeyecek sözler
söylemeye korkuyorum.
telefonla birlikte ışığı da kapatıp
bol şanslar deyişiniz, şanslar deyişiniz, deyişiniz
çınlarken içimde,
bunun beni ne kadar kırdığından
hiç bahsetmedim.
bahsetmediğim çok şey var daha
yaz çiçekleri, cam çiçekleri ölüyor
akşamın altını, gümüşe dönüyor
bunlar da önemli elbette
en az,
bana ihaneti öğrettiğiniz
bana kanatlarımı bıraktırdığınız kadar.
bu odanın alacakaranlığından,
okyanusundan, beni boğan dalgalarından,
tenimde kalan tuzundan ve
yastıklarda kuruyan gözyaşından
hiç bahsetmedim.
size,
nasılsın diyerek başlayan telefonlarınıza
(garip, tuhaf aslında)
beyaz bembeyaz tabiatımla
'iyiyim' diyorum.
yani aslında korkuyorum
bütün bunlar kıyamet
bütün bunlar cinnet
bütün bunlar cinayet demeye
bir daha düzeltilemeyecek sözler
söylemeye korkuyorum.
telefonla birlikte ışığı da kapatıp
bol şanslar deyişiniz, şanslar deyişiniz, deyişiniz
çınlarken içimde,
bunun beni ne kadar kırdığından
hiç bahsetmedim.
bahsetmediğim çok şey var daha
yaz çiçekleri, cam çiçekleri ölüyor
akşamın altını, gümüşe dönüyor
bunlar da önemli elbette
en az,
bana ihaneti öğrettiğiniz
bana kanatlarımı bıraktırdığınız kadar.
Birhan Keskin
15 Ekim 2010 Cuma
alıntı
"Kendimi olduğumdan daha büyük göstermek için yazıyorum; çünkü.. çok, çok küçüğüm."
Aslı Erdoğan
Kırmızı Pelerinli Kent'ten ..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)